Solda ve Sağda Vuruşanlar (Milliyet, 26.05.1971)

Pazartesi, Kasım 09, 2009


Metin Toker'in sıkça atıfta bulunulan yazı dizisinden...

Fotoğraf - Mücadele'den - Mevlüt Baltacı ve Necmettin Erişen

Perşembe, Ekim 29, 2009


Fotoğraf - Mücadele'den



Yaşasın Millet
Kahrolsun Millet Düşmanları!
MİLLETİM UYAN!

Fotoğraf - Dava Arkadaşları


Fotoğraf 1:

Yavuz Aslan Argun
Yılmaz Karaoğlu
İrfan Küçükköy
Fahrettin Demirtaş








Fotoğraf 2:

Mevlüt Baltacı
Necmettin Erişen
İrfan Küçükköy




Not: Fotoğrafların orjinaline sahip abilerimiz orjinal fotoğrafı tarayıp gönderirlerse daha kaliteli resimleri yayınlayabiliriz.

Gömülü Çoban - Kardeş Notları

Perşembe, Ekim 01, 2009


Rahmetli Gömülü Çoban'ı(Faik ERYILDIZ) yakinen tanıma imkanı buldum.Şiirlerinin çoğunu ezber bilirim, okurum.Kıbrıs'ta Rahmetli Gömülü'nün arkadaşı anlattı bana:
Hacı Bayramda Yeniden Milli Mücadele dergisi satmaya gittik. Günlerden Cuma. Tabi yan yana sıra olduk. Başladık satışa. Herkes elinde bir Mecmuanın kapağını okuyarak tanıtıyor: "Kapitalizme, komünizme ve bunların beyni Beynelmilel Siyonizme karşı Millet imanının güçlü sesi:
YENİDEN MİLLİ MÜCADELE"

5. Geleneksel İTÜ Türkçe Günleri

Pazartesi, Eylül 28, 2009

Bir Dil Tarih Kulübü geleneği olan Türkçe Günleri'ne, tarih 5. kez tanık oluyor. 5-8 Ekim tarihleri arasında, KSB Büyük salonda düzenlenecek ve 4 gün sürecek olan 8 etkinlikte sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.

- Şükrü Halûk Akalın (Türk Dil Kurumu Başkanı)
- Elif Şafak
- Zekai Şen (İTÜ)
- Hayati Develi (İstanbul Kültür Üniv.)
- Ömür Ceylan (İstanbul Kültür Üniv.)
- Bünyamin Aksungur (TRT Sanatçısı)
- Hamit Göktürk (Doğu Türkistan Vakfı Genel Sekreteri)

Bayram, O Bayram Ola!

Pazar, Eylül 20, 2009

Onbir ayın sultanı veda ediyor şimdilik. Bedenlerimizin bayrama hazırlandığı şu günde yüreklerimiz çoktan dokunuyor birbirine. Kimimiz kötülüğe, ihanete, vurdumduymazlığa, haksızlığa, adaletsizliğe oruç tutarken kimimiz sevgiyle, kardeşlikle, onurla, erdemle iftar ettik. Sessiz bir karanlığın ortasında gözyaşı döktük sahura, filistindeki çocuğa, afrikadaki kadına...

Kimisi aç kaldı riyakarca, kan şekeri düştü. Şimdi bol bol şeker yeme vakti. Aç kalmanın karşılığı onlara şeker bayramı.

Kutlu olsun.

Kimisi terbiye etti ruhunu, bencil olmamak için, kardeşlik duygusundan vazgeçmemek için, sosyal adalet, sosyal nezaket duygusundan kopmamak için. Sosyal yardımın bir parçası olmak için, komşusu açken tok yatmamak için, bir yatimin başını okşamak için, bir öksüze gülümsemek için mahrum bıraktı zevklerinden bedenini bir ay boyunca. Çünkü bildi ki Ramazan demek, sonbaharda esip, ortalığı silip süpürüp pislikten arındıran rüzgar demek. Ramazan demek; çivisi çıkmış dünyaya mihenk taşı demek, ölmüş vicdanlara hayat soluğu demek...

İşte onlara da RAMAZAN BAYRAMI...

Mübarek olsun.

Türkiye'yi Etnik Kavgaya Sürüklemek Büyük Günah ve Affedilmez Suçtur!

Salı, Eylül 01, 2009


GÜNÜMÜZÜ AYDINLATACAK İKİ VESİKA!
Ramazan Ayı’nın ilk haftalarındayız, bütün vatandaşlarımızı Ramazan’a ulaşması sebebiyle kutlar, sağlık, afiyet ve tüm işlerinde hayırlı başarılara ulaşmasını candan dileriz.
Rahmet, bereket, bağış ve barış ayı ve iklimi olan Ramazan’ın ülkemizden başlayarak bütün İslam alemi için güzelliklere, hayır ve iyiliklere vesile olmasına dua edelim.

Ve insanlığında arayageldiği adalet, barış, hürriyet ve mutluluğa ulaşması umudumuzu dile getirdikten sonra, Türkiye’nin ne yazık ki iktidar eliyle cadı kazanına dönmesine, birliğinin ve dirliğinin sıkıntılar geçirmesine vesile olan, sebep olan, etnik bölücülük kışkırtmasına dönüşen mahut meselede söylenmesi gerekenleri söyleyelim.


KAVİMLERİ İLE MAĞRUR OLANLAR, HAZRETİ PEYGAMBERİ NE ZAMAN DİNLEYECEKSİNİZ?



İŞTE HAZRETİ PEYGAMBERİN VASİYETİNDEKİLER!


Hazreti Peygamberin Sana Vasiyeti!

Bu mübarek ayda, bize bu ayın önem ve değerini anlatan ve öğreten ve Allah’ın selamı ve inanan tüm müminlerin dua ve selamı ebediyete kadar kendisine ulaşacak olan sevgili Peygamberimiz ve efendimiz Hazreti Peygamber MUHAMMED MUSTAFA (SAS)’in bir mübarek sözünü aktarmakla başlayalım. Hazreti Peygamber meşhur veda hutbesinde, toplanmış buluna 120 000 mümine tüm insanlara ulaştırılması emir ve fermanı ile şu gerçeklerin duyurulmasını emretti. Buyurdu ki:




“Vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın… Olabilir ki burada bulunan bir kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur…

Müminler, Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştir, bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşnutluğu ile vermişse o, başkadır…
Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız. Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayan üzerine üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arap’a bir üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız ondan en çok korkanınızdır.
Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz…"
TÜRKİYE CUMHURİYETİ’Nİ KURAN TEMEL FİKİR, MİSAKI MİLLİ NE DİYOR?


Bakınız Türkiye Cumhuriyet nasıl kuruldu? Cihan Savaşı yangınında emperyalist kafirler, bugün Ortadoğu denen Osmanlı İmparatorluğu’nun canlı bedeni üzerinde işgal ve parçalama işi yaparak bölgenin tüm Müsümanlarını, haklarını milletlerini esir haline getiren Sevr idam yaftasını bu milletin mübarek vücuduna asmaya kıyam ettikleri, o karanlık işgal günlerinde bugünkü Gazi Meclis’in başlangıcı olan Osmanlı Mebusan Meclisi hangi kararları dünyaya duyuruyormuş?

MİSAKI MİLLİ KARARLARI


“... 30 Ekim 1918 mütarekenin imzalandığı tarihte, adı geçen mütareke hattı içinde ve dışında din, ırk, ve soy bakımından birleşik ve birbirlerine karşı saygı ve fedakarlık duyguları ile dolu olarak soy ve toplum hukukları ve çevre koşullarına tam olarak uyan OSMANLI MÜSLÜMAN ÇOĞUNLUĞUNUN YERLEŞMİŞ BULUNDUĞU BÖLGELERİN HEPSİ GERÇEKTEN VEYA HÜKMEN HİÇ BİR ŞEKİLDE BÖLÜNMEZ BİR BÜTÜNDÜR.

Misakı Milli, İstanbul 28 0cak 1336, (28 ocak 1920)

KISSADAN HİSSE


Bu iki tarihi belgeyi hatırlayıp, üzerinde düşünmemiz gerekmez mi? Kimse Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerden çağın gereklerini, konjonktürün dalgalanmalarını, sarsıntılarını görmezden gelmelerini istemiyor, beklemiyor. Ama uzak veya yakın seçimlerde ondan bundan oy alacağız diye, sağa sola göz kırparak insanları huzursuz etmenin alemi ne? Birliğimiz dirliğimizi sarsmanın anlamı ne?



Türk toplumunda devlet ve hükümet başkanlarının önemi öylesine büyüktür ki, başka toplumlarda bir örneği bulunamaz! Devlet ve hükümet başkanlarını ağırlığı öylesine büyüktür ki hayret vericidir. Neden Müslüman’ız? Çünkü atalarımız bir süre savaştıkları, bazen yendikleri bazen de yenildikleri Arap mücahitlerinin dinini, olan İslam’ı miladın 9. asrının başlarında bir hakanımızın emri ile seçmişizdir. İşte o kutlu günden bu yana Türkler kahir ekseriyeti itibariyle Müslüman’dırlar. Padişahlarımızın, vezirlerimizin, başbakan ve bakanlarımızın sapıtıp cıvıttıkları dönemlerde ise milletçe berbat olmuşuzdur. Müslümanlığı seçemeyen Türk boyları ise maalesef büyük Turan kitleleri ile bağlantıları zayıfladığı için Türklük camiasının dışında kalmışlardır. Macar, Bulgar, Hazar Türkleri, Çuvaşlar ve Sarı Uygurların durumu, Türk Dünyası’nın ve İslam Dünyası’nın daima dikkat edeceği bir husustur. Kısaca devletin ve devlet adamlarının millet hayatı üzerindeki etkisi diğer toplumlardan çok daha fazladır bizde. Onun içinde veballeri; kazanacakları mükafat gibi, kat kattır.
Bu “Kürt meselesi” gibi bize yabancı, aykırı bir şeamet ve felaket şablonunu tekrarlamaya başladığınız zaman, zokayı yutmuş balığa dönersiniz. Türkiye’de yeminli, parmak dönmez Batı emperyalizmine uşaklık eden küçük bir azınlık var. Bu lobinin tüm işi emperyalist efendilerinden duyduklarını duyurabilmek, uygulayabilmek, uygulatabilmektir. Yıllar evvel ‘Kürt meselesi benim meselemdir’ diyen Sayın Başbakan ne dehşet verici sıkıntılara yol açtığını acaba biliyor mu ? Sayın Cumhurbaşkanına meselenin adını doğru koymak gerektiğini hatırlatma gereğini duymuştuk? Hatırlarsınız meseleyi koymak, çözümü de koymak demektir.

MESELENİN ADI TÜM TÜRKİYE İÇİN DEMOKRASİDİR!



Meseleyi doğru koymasanız işin içinden çıkamazsınız. AKP iktidarının akıldaneleri, bu iktidarın meseleyi yanlış koymasına sebep oldular. Ve çok zaman kaybettik, nihayet yanlışlar pul pul dökülmeye de başladı. Türkiye’nin bütün aksamı, bütün vatandaşları ile aradığı demokrasiyi hep beraber arayalım. Siyasi, demokrasiyi, ekonomik demokrasiyi birlikte arayalım. Şükürler olsun ki pek çok şey aydınlığa çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecek. Ama hiç olmasa demokratik açılım diye adı değiştirilmiş arayış, gerçek ismine kavuşmuş görünüyor. Bu sunulan dosyada, Sayın Bila’nın Sayın Özkük’le yaptığı söyleşi neyi aramamız gerektiğini ortaya koymuş denebilir.
İktidarın İmralı’dan çıkacak bir yol haritasını bekleyerek bir yol haritası düzenleme peşinde olduğu iddia ediliyordu. İnternet sitelerinde dolaşan yol haritasının gerçek bir deli saçması olduğunu da her halde görmeyen kalmamıştır. Bu saçma yol haritasını okuyan kendini Mustafa Kemalle kıyaslamaya cüret eden “Abdullah Efendi”nin yol haritası ne dediği anlaşılmaz, hesaba kitaba gelmez, lafı bile edilemez tam bir saçmalık. Vah bu zavallı mahlûkun arkasından giden zavallılara! Allah acısın ve kurtarsın.

Tekrar hayırlı Ramazanlar.




Egemen Milletin Sesi Başyazı 76
Aykut EDİBALİ


Fotoğraf - 1978 Ankara Arı Sineması

Çarşamba, Ağustos 26, 2009



Fotoğrafla ilgili bilgileri yorum olarak ekleyebilirsiniz.
Hangi senede gerçekleşti, organizasyonun amacı neydi...

Bu günü yaşayan bir abimizin yorumlarını görmek isteriz.

Devletin Sofrasına Beyaz Tülbent Bırakmak

Salı, Ağustos 25, 2009

Kadın: sofra ve toprak

Kadınlar ve sofralar… Devrimlerin, inkılâpların, yenilikçi adımların, idamların, anayasaların, askerlerin… Sonra paranın, aşkın ve kimsesizliğin yaşanılan topraklara göre farklılık gösterdiği bir dünyada insanı hep aynı yerinden yaralar. Hangi zamanda ve hangi coğrafyada yaşarsanız yaşayın sofrayı hep kadınlar kurar. Sofra bezinin, yaldızlı örtünün ya da eski bir gazete kâğıdının üzerine tabakları, kaşıkları, tencereleri, kepçeleri… Ekmeği, peçeteyi, tuzu, salatayı yeni bir hayat kurgularcasına ve her seferinde bir şeyleri değiştirircesine hep kadın koyar. Oysa bilir çocuklarının sofraya nazlanarak geleceğini, eşinin herhangi bir şeyi bahane edip sofra düzenini yerle bir edeceğini… Misafirin kusurlu, kayınvalidesinin ‘yavan’ bulacağını… Kadın herkesten iyi bilir, olur da yolunda gitmezse işler sofradan ilk kendisinin kovulacağını. Bu yüzden hep eğrelti oturur masada; tepsinin, sininin, sehpanın yanı başında.

"Toplum-Din ilişkileri ve Medya" paneli

Pazartesi, Temmuz 27, 2009

Medya Platformu, bağımsız yazar ve düşünür Ahmet Taşgetiren'in katılımı ve Mustafa Yürekli'nin sunumuyla yaklaşık 50 dinleyicinin iştirak ettiği "Toplum-Din ilişkileri ve Medya" panelini gerçekleştirdi.

Eyüp Sultan Kültürevi'nde İTÜ'lü genç bir arkadaşımızın Kur'an tilaveti ile başlayan panel, Ahmet Taşgetiren'in Toplum-Din ilişkileri ve Medya konulu sohbeti ile devam etti.

Medya'nın ulusal bir fenomen olduğunu belirten Mustafa Yürekli'nin ardından, Ahmet Taşgetiren, Nokta ve Tempo dergileri örneklerinden hareket ederek, medyadaki din teması üzerinde durdu ve 1967'den günümüze medyadaki din temasını, gerek televizyon gerekse gazete haberleri üzerinden verdiği "Yeşilçam'da din adamı portresi, başörtülü kız aşk yaşar mı, Ayşe Arman ve başörtüsü, gürüz-alemdaroğlu örneklikleri, imam-hatip lisesi haberleri, barbi bebek tartışmaları, Adnan Oktar haberleri, Vakit, CHP, Deniz Feneri haberlerindeki dinsel öğeler, Türkçe ezan tartışmaları, halka açık holdingler, İskilipli Atıf Hoca örneği, 28 Şubat sürecinde medyanın tutumu, irtica ve gericilik tartışmaları, anayasa mahkemesi, bürokraside başörtüsü" örnekleri ile açıkladı.

Bir dönem Türkiye'deki medya-din ilişkisinin, din-toplum-devlet ilişkilerindeki köklü değişimin yarattığı gerilimin medyaya yansımasından ibaret olduğunu vurgulayan Taşgetiren, "medya yeniden yapılanırken dîni hayatın dışına itiyor" saptamasında bulundu.

Resmi çizgi seküler olduğunda ve toplum dinini yaşamak istediğinde, medya'nın toplumdan yana yer almadığını belirten Ahmet Taşgetiren, toplum-din-medya üçgeninde gözlenen gerilimin, sistem-toplum gerilimi ana aksı üzerinde gerçekleştiğini vurguladı ve medya üzerinden yürütülen toplum mühendisliğine, toplumun kitlesel bir yanıt vermediğinden, çoğu zaman duyarsız kaldığından bahsetti.

Panelin devamında tartışılan alt başlıklar.

. Sistemin hakim düşüncesi, "yeni bir din, yeni bir toplum".
. Toplum-Din-Medya ilişkisinde medya, sistemin toplumu dönüştürme projesinde bir propaganda ayağı olarak karşımıza çıkıyor.
. Medyanın son dönem çizgisinde "muhafazakarlaşma" tanımını kötüleyen ve korkunçlaştırmaya çalışan bir çaba mevcut.
. Toplum'un ana dinamiği "müslümanlık"tır. Bunun üzerinde toplum mühendisliği çalışmasında bulunursanız gerilim çıkıyor, bir normalleşme sürecine girilemiyor.
. Olumsuz din adamı portresi ve çirkinleştirme, gülünçleştirme çabası var. Bilerek veya bilmeyerek bu süreç, "iyi insan" dindarlar arasında istisnaymış bir bir algı yaratıyor.
. Cemaat-tarikat-dini toparlanışların tamamı şüpheli gösteriliyor.
. Dinde herşey magazinel ortamlarda tartışmalı hale getiriliyor. Dindeki tartışmaların akademik çevrelerde yapıldığında yapıcı olacaktır. Magazinleştirildiğinde ise, bir tahribat sözkonusudur. En son tartışmalar, "Miraç, Namaz, Oruç, Cuma Namazı" üzerinde gerçekleştirildi.
. Hakim çevrelerin ekranlarda boy göstermesine izin verdiği bazı isimler, özel olarak "istihdam" edilmektedir.
. İslam üzerinde yapılan manipülasyonlarda "İslam da çok oluyor artık" düşüncesi temel öğe olarak bulunuyor. 28 Şubat'ın altında yatan düşünce de budur.
. Bu ilişkilerde toplum karşısında yer alan medya çevrelerinin yaptığı çalışmanın ismi, "Diabolisation - Şeytanileştirme"dir. İslamofobi oluşturma çalışmasıdır.
. Toplum üzerinde yapılan bu çalışmanın, her ne kadar "yeterince" etkili olamadığını düşünsek de, bu çalışmaların belirli bir taban oluşturduğunu da söyleyebiliriz.

Panelde ayrıca, medyanın bir bütün olarak hareket eden bir organizma gibi düşünülemeyeceğini vurgulayan Taşgetiren, panelin ikinci bölümünde, Sistem-Toplum geriliminde toplumdan yana yayın yapan medya kuruluşları üzerinde de durdu.

Bu noktada söz alan Mustafa Yürekli, toplumu sekülerleştirme vazifesini üstlenmiş medya karşısında, halkın "dergicilik" ile başlayan bir çıkış yaptığını, bunu çıkışın çeşitli radyoların, gazetelerin ve televizyonların kurulması ile devam ettiğini ve gelinen noktada bir "pozitif medya"dan bahsedilebileceğini ayrıca bu sektörde insan kaynaklarının hızlı yetişmediğini, ancak pozitif medyanın geçirdiği süreçte kendi insan kaynaklarını yetiştirebildiğini belirtti.

Ahmet Taşgetiren, (Hz. Musa(a.s)'a hitaben) "Firavuna git ve ona yumuşak bir dille tebliğ et" şeklindeki Kuranî yöntemi hatırlatarak, pozitif medyanın "üslup sorununu" büyük ölçüde aştığını vurguladı ve sözlerini "Toplumun derin bir bilinçle ülkeyi ana mecrasına taşıdığını düşünüyorum." diyerek sonlandırdı.

Panel soru - cevap faslı ile sona erdi.

Temmuz - 2009 Medya Söyleşileri, Ahmet Taşgetiren'in katılımıyla.

Salı, Temmuz 21, 2009

Medya Platformu'nun düzenlediği ve Mustafa Yürekli'nin yönettiği 2009 Medya Söyleşileri'nin Temmuz konuğu gazeteci - yazar Ahmet Taşgetiren...

Ahmet Taşgetiren, Medya Söyleşileri'nde "Toplum - Din İlişkileri ve Medya" konusunda konuşacak ve katılımcı medya mensuplarının sorularını cevaplayacak..

Sizleri aramızda görmek bizleri çok mutlu edecektir...

Mustafa Yürekli

Tarih: 24 Temmuz 2009, Cuma
Saat: 19:30
Yer: Eyüpsultan Kültürevi
Feshane Cad. No:23 Eyüp / İST
Tel: 0212. 563 16 65

"KAN KAN KAN, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN" - Güncel Dosya

Salı, Temmuz 14, 2009

Fotoğraf: Haksöz Haber
ÇİN(China, P.R.C)'in Doğu Türkistan'da yaptığı soykırımı acı içinde, yakından takip ediyoruz.

"Akan kan, Çin'i boğar."

Çinli sivil faşistler ile ırkçı devlet kuvvetlerinin Uygurlar'a yaptığı soykırım olanca vahşetiyle devam ederken, ülkemizdeki siyasi yelpazenin hemen hemen tüm fraksiyonların doğal refleksi ile bu soykırıma karşı tepkiler ve direniş çığ gibi büyüyor. Ülkemizin tüm demokratları, güçlerini Uygur Soykırımı karşısında birleştiriyorlar ve demokratik kanallardan mücadeleyi kuvvetlendiriyorlar.

Şüphesiz, bu durum, ülkemiz siyaseti adına kısır tartışmalardan ve yapay gündemlerden sıyrılarak "Adaletsizliğe Karşı Kuvvet Birliği" oluşturma tecrübesi anlamına geliyor.

Fotoğraf: Samanyolu Haber


Zulme Karşı Barikat Başına!

Doğu Türkistan'lı Uygur Kardeşlerimiz, Çin'in ağır silahları ve Çin Halk Cumhuriyeti(!)'nin kitle gösterilerine karşı ateşli silahlar kullanması karşısında, ilkel barikatların ardında direniş gösteriyor. 60 senelik olağanüstü hal yönetimi süresince, hemen hemen her 15 senede bir zulme karşı kıyama duran Uygurlar, "Zulme karşı, ADALET" talebiyle, tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesini canlandırıyorlar.

Fotoğraf: Samanyolu Haber


"Türkiye'nin kalbi seninle atıyor kardeşim."

İKTİBASLAR

DOĞU TÜRKİSTAN KATLİAMI BÜTÜN DÜNYAYI UYANDIRACAKTIR!
Faşist Çin yöneticilerinin Türklüğünü ve Müslümanlığını gizleyebilmek ve dünyayı aldatabilmek amacıyla taktığı sahte bir Çin ismi ile, Çince “Singiang (ilhak edilmiş toprak)” manasına gelen bir isim ile andıkları Doğu Türkistan’da, yüzlerce Uygur Türkü’nün alçakça şehit edildiği çirkin bir katliam yaşandı.
( Devamı için tıklayın )

Egemen MİLLETİN SESİ
Millet Partisi Genel Başkanı
Aykut Edibali


TÜRKİYE DAHA AKTİF ROL ALMALI
Büyük Birlik Partisi Genel Sekreteri Mustafa DESTİCİ Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine karşı Çin’in giriştiği zulüm hakkında bir basın açıklaması yayınladı:

“Çin Hükümeti yaklaşık olarak 60 yıldır Doğu Türkistan’da yaşayan soydaşlarımıza her türlü zulmü uygulamaktadır. Her ne hikmetse bu zulüm özellikle her devlet büyüğümüzün Doğu Türkistan’ı ziyareti akabinde yoğunlaşmıştır. Son olarak da Cumhurbaşkanımızın bölgeyi ziyaretinden üç gün sonra böyle bir vahşetin yaşanması manidardır.
( Devamı için tıklayın )


Mustafa DESTİCİ
BBP Genel Sekreteri
İlgili Bağlantı:
BBP


SAADET PARTİSİ ÇAĞLAYAN MİTİNGİ
Saadet Partisi'nin Çağlayan'da düzenlediği Doğu Türkistan'a Destek Mitinginde konuşan Kurtulmuş, mitinge katılan İstanbullulara teşekkür etti. Kurtulmuş, "Herkesin yaz tatilinde olduğu bir günde, bu sıcakta Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın yanında olduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. STK'lara ve özellikle de futbol kulüplerinin taraftar gruplarına da teşekkür diyorum" dedi.
Kurtulmuş, mitingteki konuşmasında şunları söyledi:

"Srebrenitsa'da yapılan katliamın yıl dönümündeyiz ve o katliamı da bu meydanda protesto ediyoruz, İsrail'in Gazze saldırısına hep beraber burada dur dedik. Irak'ta yaşanan katliamı telin ettik. Yine bugün burada mazlumun yanında olmak bize düştü, bu aziz millete düştü.

( Devamı için tıklayın )
Saadet Partisi
İlgili Bağlantı: Saadet Partisi

STK’lar Çin zulmünü protesto etti
Taksim’deki Galatasaray lisesi önünde bir araya gelen sivil toplum kuruluşları Doğu Türkistan'da yüzlerce Müslüman Uygur Türk’ünü katleden, binlercesini de yaralayan Çin’i protesto etti.

İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na yürüyen sivil toplum kuruluşları ile duyarlı vatandaşlar burada Çin bayrağını yaktı.

STK’lar saldırıların bir an önce sonlandırılmasını, Çin yönetiminin bölgedeki insanlık dışı uygulamalarına ve işgaline son vermesini istedi.


( Devamı için tıklayınız. )
İnsani Yardım Vakfı
İlgili Bağlantı: İHH İnsanı Yardım Vakfı

Çeşitli Örgütlerin protestolarında okunan basın bildirilerinden...



Bismillahirrahmanirrahim,

Değerli Kardeşlerimiz;

Zulüm aşağılık yüzünü bir Bosna'da gösteriyor, bir Irak'ta, bir Çeçenistan'da, bir Filistin'de bir Doğu Türkistan'da. Bizler de zulüm karşısında susmamak, hiç değilse zalimin yüzüne hakkı haykırabilmek için meydanlarda idik, zulüm sürdükçe de meydanlarda olacağız.

( Devamı için tıklayın )
ÇORUM ÖZGÜR-DER, İLKE DER


Konu ile ilgili Çeşitli Bağlantılar:
http://www.dunyabulteni.net/
http://yenisafak.com.tr/
http://samanyoluhaber.com/ Fotoğraf Galerisi - 1
http://samanyoluhaber.com/ - 2
http://www.stargazete.com/
http://www.muhakeme.net/
http://www.ozgurder.org/
http://www.mucadele.com.tr/
http://www.gazetevan.com/
http://www.cinmalialma.com

Bu arada çeşitli partilerin soykırım hakkında Türkiye Basınını "Tek taraflı yayın yapmakla ve olayları çarpıtmakla" itham etmesi de acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

TKP'nin Sesi 11 Temmuz 2009

Yaşanan süreçte bazı haber gruplarının da haberlerini katliamın müsebbibi 'ÇİN' Basını'na dayanarak geçmeleri dikkat çekiyor.

Ulusal Kanal

İMAN ET, MÜCADELE ET, ZAFER SENİNDİR!

Not: İlerleyen zamanlarda dosya güncellenecektir. Eklenmesini istediğiniz haber var ise, lütfen iletişime geçiniz.

Gündoğan: gundoganfa@gmail.com

"KAN KAN KAN, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN" - Güncel Dosya

Dosya: ( Kan Kan Kan, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN! )

DOĞU TÜRKİSTAN KATLİAMI BÜTÜN DÜNYAYI UYANDIRACAKTIR!

Faşist Çin yöneticilerinin Türklüğünü ve Müslümanlığını gizleyebilmek ve dünyayı aldatabilmek amacıyla taktığı sahte bir Çin ismi ile, Çince “Singiang (ilhak edilmiş toprak)” manasına gelen bir isim ile andıkları Doğu Türkistan’da, yüzlerce Uygur Türkü’nün alçakça şehit edildiği çirkin bir katliam yaşandı.

Bütün dünyanın dehşet ve nefretle izlediği katliam görüntüleri inanıyoruz ki, tüm insanlığı acı acı düşündürmüştür. Ve düşündürmelidir de...

Yine şüphe etmiyoruz ki gözler önünde yaşanan bu katliama karşı, tüm dünya insani tepkiyi vermekte gecikmeyecektir ve gecikmemelidir de...

Şehitlere Allah’tan rahmet dilerken, şehitlerin analarına babalarına akrabalarına baş sağlığı diliyor, taziyelerimizin kabulünü diliyoruz.

Doğu Türkistan Türklerine, Türk Milletine, Türk dünyasına ve İslam alemine baş sağlığı diliyoruz. Hassaten sık sık uğradıkları katliam ve zorla göç ettirme sonucunda gözleri gibi korudukları, hayallerinin ülkesi ve binlerce mil ötesi Türkiye’ye gelmiş Doğu Türkistan ve Batı Türkistan göçmeni soydaşımız, kandaşımız, kardaşımız, dindaşımız ve vatandaşımız göçmen kardeşlerimize de baş sağlığı diliyoruz.

TEŞEKKÜR BORÇLUYUZ!

Değerli Türkiye basını, dünya basını ile birlikte Doğu Türkistan Türkleri’nin maruz kaldığı çirkin, aşağılık zulüm, zorla göç ettirme ve “vahşi, asimilasyon” uygulamasını resimli ve yazılı trajik haberleri tarihi belge haline getirerek tespit etmiş bulunuyor.

İtiraz edilmeyecek bir biçimde Çin yönetimi, işlemekte devam ettiği insanlık suçunun faili olarak dünya kamuoyunda mahkum edilmiş durumdadır.

Doğu Türkistan Türkleri’nin uğradığı bu katliamı ve insanlık dışı uygulamaları göz önüne seren basının duyarlı, cesur yazarlarına, çizerlerine ayrı ayrı teşekkür borçluyuz.

Türkiye Cumhuriyeti Çin’de iyi ilişkiler ve dostluk adına en yüksek seviyede temsil edilmiştir. Ancak daha Cumhurbaşkanının Çin gezisinden birkaç gün sonra Çin’de Türk soylulara karşı girişilen bu katliam son derece çirkin ve manidardır. Sayın Cumhurbaşkanının Çin ziyareti sırasında Çin diplomasisi, Türkiye’nin Cumhurbaşkanına, Türk toplumunun mensubu olmaktan iftihar duyduğu İslam kültür değerlerinin koruyucusu olduğunu göstermek amacıyla, 1000 seneden daha eski olan bir Çin camini gezdirerek, İslam dinine olan sözde saygılarını ve Müslüman Çinlilere sözde bağlılıklarını göstermek istemişlerdir.

Ama gösterilen eğreti saygının ne kadar aldatmaca olduğunu, Müslüman Türklere, onların kız çocuklarına, namuslarına taarruz ve tasalluttan da geri durmayarak samimiyetsizliklerini göstermişlerdir.

Çin yöneticileri iyi bilmelidir ki, samimiyetsiz saygı gösterileri Çin’in uyguladığı insanlık dışı, asimilasyon uygulamalarının maskesi ve mazereti olamaz.
TÜM GÖÇMENLERİN VE DOĞU TÜRKİSTAN GÖÇMENLERİNİN DAVALARI DAVAMIZDIR!

Ayrıca Doğu Türkistan Türkleri’ne karşı şimdiye kadar gösterilen ilgisizlik ve anlayışsızlığın artık sona ermesi gerektiğini belirtmeliyiz.

Dayanılmaz Çin işkenceleri sebebiyle Doğu Türkistan’ı terk edip bin bir meşakkatle Türkiye’mize sığınmak isteyen Doğu Türkistanlı hemşehrilerimize karşı gösterilen anlayışsızlık akıl almaz.

Bütün bunlara rağmen hatanın neresinden dönülürse kardır gerçeği, Sayın Başbakanın Doğu Türkistan’ın anası ismini hakkıyla taşıyan Rabia hanımın Türkiye’ye gelebilme yolunu açmasını ve hiç olmazsa milletlerarası platformlarda, Çin katliamını vahşet olarak açıklamasını iyiye doğru gecikmiş bir adım da olsa alkışlıyoruz. Devamını diliyoruz.

Elbette Türkiye’nin Başbakanı, öz halkımıza Gürcü kardeşlerimize ve Gazzelilere gösterdiği ilgiden daha azını gösterme hakkına sahip değildir.
KATLİAMIN SORUMLUSU ÇİN’İN KANLI ASİMİLASYON POLİTİKASI

Doğu Türkistan’ı “Singiang” bölgesini Çinlileştirmek amacıyla Türklere Çin yöneticilerin uyguladığı insanlık dışı kötü muamele, aşağılama, yanında Mao’nun da önceki yönetimlerden devraldığı, Türkleri kendi vatanlarında azınlık durumuna düşürmek amacıyla uygulaya geldikleri zulüm politikaları vahşice sürdürülmekte…

Katil Mao’nun kültür devrimi sırasında söylediği hedeflerden birisi, şu tüyler ürpertici şeytani hedefti: Kızıl diktatör hempalarına verdiği direktifte, “Her Türk kızının damarlarında Çinli kanı dolaşmalıdır.” diyecek kadar gözü dönmüş iğrenç bir soykırımcı olduğunu gösteriyordu.

Yüz yılımızda pek çok soykırımcı tiran, diktatör geldi ve geçti. Her birinin de akibeti meydanda.

Çin yöneticileri iyi bilmelidir ki 21. yüzyılda bu insanlık dışı soykırımı uygulamasına ne insanlık izin verir ne de Kudretli Türkiye izin veremez. Vermeyecektir de…

HAYDİ MİLLETİ, İSLAM DÜNYASININI VE İNSANLIĞI UYUDUĞU GAFLET UYKUSUNDAN UYANDIRMAYA!..

Yıllarca önce gencecik vatandaşlar, yüreklerinin en samimi duyguları ile, “Kıbrıs, Kudüs, Türkistan!” derken ne kadar haklıydılar.

60’lı 70’li yıllarda Türkiye’nin sokakları, kanlı terör Türkiye’nin söz söyleme hak ve hürriyetini katledesiye kadar, şu mübarek ağıtla çınlardı:

"KAN! KAN! KAN! KIBRIS, KUDÜS, TÜRKİSTAN!.."

Onlarca seneyi aşan vizyona saygı duymamak mümkün mü?

Elbette kanayan yaranın, Türkiye’nin kanayan yarası, bölgenin yarası ve insanlığın yarası olduğu açıktır.

Ancak Türkiye’nin de, bölgenin de, İslam dünyasının da yaralarını sarmak için şehitlerin ahı, feryadı, duası, milleti uyuduğu uykudan uyandıracak ve layık olanları, bu uyanışta yüceltecektir.

Millet, sıkıntılarını anlayacak, uyanacak ve zafere ulaşacaktır.

TÜRKİYE, TÜRK DÜNYASI, İSLAM ALEMİ VE İNSANLIK UYANACAKTIR!
HAYDİ UYANDIRMAYA!..

Egemen MİLLETİN SESİ
Millet Partisi Genel Başkanı
Aykut Edibali

"KAN KAN KAN, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN" - Güncel Dosya

Dosya: ( Kan Kan Kan, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN! )

Saadet Partisi Çağlayan Mitingi

Saadet Partisi'nin Çağlayan'da düzenlediği Doğu Türkistan'a Destek Mitinginde konuşan Kurtulmuş, mitinge katılan İstanbullulara teşekkür etti. Kurtulmuş, "Herkesin yaz tatilinde olduğu bir günde, bu sıcakta Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın yanında olduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. STK'lara ve özellikle de futbol kulüplerinin taraftar gruplarına da teşekkür diyorum" dedi.
Kurtulmuş, mitingteki konuşmasında şunları söyledi:

"Srebrenitsa'da yapılan katliamın yıl dönümündeyiz ve o katliamı da bu meydanda protesto ediyoruz, İsrail'in Gazze saldırısına hep beraber burada dur dedik. Irak'ta yaşanan katliamı telin ettik. Yine bugün burada mazlumun yanında olmak bize düştü, bu aziz millete düştü. Sağolun var olun...

Bu kadar olaylar olurken insan ister istemez soruyor, nerede dünyanın hürriyetten, özgürlükten, adaletten ve insan haklarından bahseden özgürlükçüleri. Sizin duyduğunuzu onlar duymuyorlar. Siz Doğu Türkistan'daki feryadı duydunuz ve buraya geldiniz, onlarsa yan gelip yatıyorlar. Srebrenitsa'yı duymayanlar bugün de susuyorlar. Nerede Avrupa Birliği, nerede kendisinden önceki Bush yönetimini eleştiren Sayın Obama? Ve ne yazık ki nerede bu İslam Ülkelerinin anlı şanlı başbakanları, devlet başkanları...

Nerede dünya medyası, nerede televizyonlar! Neden Uygur Kadınının 'Kocamı istiyorum, Oğlumu istiyorum' feryatlarını göstermiyorlar...

İnsanlık sadece şu saydığım soy kırımları mı görmedi. Nice katliamlarla karşı karşıya kaldık. Malesef dünyayı yöneten etkin ve güçlü liderler nerdeyse katliamları ikiye ayırdı. Benim işime yarayan katliamlar, benim işime yaramayan katliamlar...

Hitler, Yahudileri katlederken, bu millet Yahudiler'e kucak açtı. Çenenistan'da ki kardeşlerimiz katledilirken bu millet karşı çıktı. Ruanda'da 1 milyon insan katledilirken bu millet karşı çıktı. İsrail'in katliamına bu millet karşı çıktı. Ve yine Doğu Türkistan'da özellikle 1949'dan beri yapılan katliamda mazlumlara bu millet sahip çıktı.

Medya ve siyaset dünyası yarından itibaren Çağlayan meydanını görmezden gelemeyecek ve Doğu Türksitan'daki yaşanan drama engel olmak için elinden geleni yapmaya mecbur kalacaktır. Çünkü bu millet hassasiyetini bir kez daha ortaya koymuştur.

Değerli kardeşlerim, 10 günden bu yana Doğu Türkistan'da olan dini ve etnik bir çatışma değil, Etnik ve dini bir soy kırımdır, temizliktir. Oradaki kardeşlerimizi etnik kimlikten ve dinlerinden ötürü yok ediyorlar. Ne oldu bu Doğu Türkistan'da, onları özetlemek istiyorum:

Birincisi Nufus politikaları...

8 aylık hamile kadınları zorla kürtaj yaparak karınlarındaki çocukları aldılar.

Ekonomik olarak sömürüyorlar.

Eğitim bakımından sömürülüyor. Uygur Lisanını unutturmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

İletişim imkanlarına sınırlama getirliyor. İnternet erişimi kesiliyor.

Uygur kızları zorla fuhuşa sürükleniyor.

1964'ten bu yana Doğu Türkistan'da ellinin üzerinde nükleer deneme yapılıyor. Adamlar 'Eğer bir hastalık olacaksa bunlar Uygurlarda olsun.' diyerek nükleer denemeleri Doğu Türkistan halkı üzerinde yapıyorlar.

11 Eylülden sonra başlayan Müslüman avı Çin'de de başlamış ve uygulanmıştır. Resmi rakamlara göre 2006'dan buyana 6 Bin uygur halkı idam edilmiştir

Dini baskılar artmış, Cuma namazları kılmayı yasaklamışlardır. Doğu Türkistan'da özellikle Kaşkar'da tarih yok edilmektedir.

Listeyi uzatmak mümkün..

Nerede insan haklarından söz edenler. Doğu Türkistan'da yıllardır insan hakları çiğneniyor? Nerede bunlar, kulaklarını tıkamış 'bana ne!' diyorlar!

Şimdi insan hakları örgütleri diyor ki 'bunlar Asya'da olağandır.' Fakat Çağlayan'daki binler de diyor ki 'hayır bunlar olağan değildir!' Bu aziz millet bunların böyle gitmesine asla müsade etmeyecektir.

Biz siyaseti laf olsun diye yapmıyoruz. Bizim amacımız bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir. Bizim amacımız güçlü bir Türkiye'yi ortaya çıkarmaktır. Evet bir siyasi parti lideri olarak konuşuyorum. Başta Sayın Başbakan olmak üzere bütün yetkilileri uyarıyor ve tekliflerimi sıralıyorum. Bu teklifleri sizler adınıza her gün takip edeceğime sizlerin önünde söz veriyorum!

11 maddelik bir eylem planını Türkiye Hükümeti'ne teklif ediyorum:

1) Türkiye, büyükelçimizi Çin'in zulmü sona erene kadar geri çağırmalıdır.

2) Meclisteki Çin Dostluk Grubundan istifa eden milletvekilleri niçin ayrıldıklarını ifade etmeli ve bu dostluk grubunda kalan arkadaşlarımız da istifa etmelidirler.

3) Türkiye Büyük Millet Meclisi acil toplantıya çağrılarak Çin'e karşı alınacak tedbirler gizli bir oturumda konuşulmalı müzakere edilmelidir.

4) Çin'in bu olaylara karışanları idam edeceği açıklamasına karşın dışişleri bakanlığımız 'kınıyoruz' gibi sözleri yerine bütün dünya kamuoyunu harekete geçirmeli ve idamları önleyecek çabayı ortaya koymalıdır.

5) Uluslararası bağımsız gözlemci heyeti kurularak orada olan olaylar soruşturulmalıdır.

6) BM nerede diye sormuyorum. Çünkü BM, ABD dışİşlerinin bir masası haline gelmiştir. Birleşmiş Milletler'in yeniden yapılandırılması için Türkiye ve bu olayları da dünyanın önüne koyarak diplomatik atak başlatmalıdır.

7) Kazakistan, Türkmenistan gibi ülkelerin üzerinde ağırlığı olan Türkiye bu ülkeleri harekete geçirmeli ve Doğu Türkistan'ın birşeyler yapmasını sağlamalıdır.

8) İslam Konferansı Örgütü harekete geçirilmelidir.

9) Almanya, İngiltere, İspanya ve İtalya gibi ülkeler insan haklarından bahsediyorlar. Onlar üzerinde bir çalışma yapılmalı ve AB'nin harekete geçirilmesi sağlanmalıdır.

10) Kızılay, Cansuyu ve İHH gibi yardım kuruluşlarının bölgeye giderek çalışmalar yapılması gerekmektedir.

11) Yüz milyonlarca Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz otuzun üzerinde ülkede mülteci durumundadır. Türkiye, Doğu Türksitanlı bu kardeşlerimize bülteci sıfatının verilmesi için bir çalışma yapmalıdır. Tabi öncelikle Türkiye'nin bu girişimi yapması gerekmektedir.

Hepinizi söz vermeye davet ediyorum:

Hayatımızın sonuna kadar, Yeniden Büyük Türkiyenin kurulması için bütün gücümüzle çalışacağımıza, Hayatımızın sonuna kadar yer yüzünün neresinde mazlumlar, hakkı yenilmişler varsa, zulme uğramışlar varsa onların yanında duracağımıza, yeni, adil, özgür ve müreffer bir dünyanın kurulması için can pahasına çalışacağımıza söz veriyoruz.

Zafer inananlarındır ve Zafer yakındır

Yaşasın Bağımsız Doğu Türkistan, yaşasın Müslüman Doğu Türkistan...

Allah hepinizden razı olsun, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum, Şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum Geleceğiniz aydınlık olsun..."

Saadet Partisi
İlgili Bağlantı: Saadet Partisi

"KAN KAN KAN, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN" - Güncel Dosya

Dosya: ( Kan Kan Kan, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN! )

STK’lar Çin zulmünü protesto etti

Taksim’deki Galatasaray lisesi önünde bir araya gelen sivil toplum kuruluşları Doğu Türkistan'da yüzlerce Müslüman Uygur Türk’ünü katleden, binlercesini de yaralayan Çin’i protesto etti.

İstiklal Caddesi’nden Taksim Meydanı’na yürüyen sivil toplum kuruluşları ile duyarlı vatandaşlar burada Çin bayrağını yaktı.

STK’lar saldırıların bir an önce sonlandırılmasını, Çin yönetiminin bölgedeki insanlık dışı uygulamalarına ve işgaline son vermesini istedi.

İHH İnsani Yardım Vakfı, Mazlum-Der, AKV, Özgür-Der, İnsan ve Medeniyet Hareketi, Medeniyet Derneği, AKDAV, Akabe Vakfı, Anadolu Gençlik Derneği ile Doğu Türkistan Maarif ve Dayanışma Derneği, Doğu Türkistan Vakfı, Doğu Türkistan Gençler Derneği, Doğu Türkistan Göçmenler Derneği ve Doğu Türkistan Dayanışma Vakfı’nın katıldığı eylemde yapılan ortak basın açıklamasında Çin’in insanlık dışı uygulamalarının sona erdirilmesi için uluslar arası camiaya çağrıda bulunuldu.

Açıklamada, “Çin Yönetimi baskıcı politikalarından ve insan haklarına aykırı uygulamalarından ACİLEN vazgeçmeli, Müslüman Uygurların Doğu Türkistan’da ve Çin’in tüm bölgelerinde yaşam haklarına, din ve vicdan hürriyetlerine, mülkiyet haklarına tecavüzden vazgeçmelidir.
Birleşmiş Milletler, Türkiye Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere ilgili tüm birimleri, Çin Yönetimine uluslararası kamu vicdanını yaralayan gayri insani politikalarını sonlandırıncaya kadar diplomatik, ekonomik ve siyasal ambargo uygulanması konularında gereğini yapmaya davet ederken, konunun takipçisi olacağımızı belirtiriz” denildi.

Çin yönetimi bölgeyi dünyaya kapattı. Telefon ve internet bağlantısı kesilmiş durumda. Uygur erkeklerin Çin polisleri tarafından toplandığı yönünde haberler geliyor. Resmi olmayan rakamlara göre ölü sayısının 500’ü aştığı ifade ediliyor. Binlerce insan hukuksuz bir şekilde cezaevlerine atılmış durumda.

Pakistan, Hindistan ve Orta Asya'yı Çin'e bağlayan, petrol ve doğal gaz yataklarıyla zengin Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde resmi rakamlara göre nüfusu 10 milyon 960 bin Uygur, Moğol ve Hui milliyetlerine mensup vatandaşlar yaşıyor. Çin, Sincan'daki halka terör gerekçesiyle ağır baskı uyguluyor. 1930'larda patlak veren isyanlar 1933'de Kaşgar'da "Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti"nin ilanıyla sonuçlanmıştı. Kısa süreli "Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti"nin ardından Çinli general Şıng Şısay "Doğu Türkistan"ın kontrolünü ele geçirdi. 1944-1949 arasında Sincan'ın kuzeyinde bugünkü Kazak Özerk Bölgesi'nde Sovyetler Birliği'nin desteğiyle ikinci "Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti" kuruldu. "Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti" 1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu'nun Sincan'a girmesiyle birlikte sona erdi. İşgalinden 6 yıl sonra 1 Ekim 1955'te Sincan eyalet statüsünden çıkarılarak, Çin tarafından, özerk bölge olarak ilan edildi.

Doğu Türkistan’daki Müslümanlar, bugün Çin yönetiminin her türlü insanlık dışı uygulamasına maruz kalıyorlar.
İHH İnsanı Yardım Vakfı

"KAN KAN KAN, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN" - Güncel Dosya

Dosya: ( Kan Kan Kan, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN! )

Çeşitli Örgütlerin farklı illerdeki protestolarında okunan basın bildirileri:



Bismillahirrahmanirrahim,

Değerli Kardeşlerimiz;

Zulüm aşağılık yüzünü bir Bosna'da gösteriyor, bir Irak'ta, bir Çeçenistan'da, bir Filistin'de bir Doğu Türkistan'da. Bizler de zulüm karşısında susmamak, hiç değilse zalimin yüzüne hakkı haykırabilmek için meydanlarda idik, zulüm sürdükçe de meydanlarda olacağız.

Bugün burada Kapitalistleşen, Komünist Çin'in Doğu Türkistan halkına uyguladığı vahşi katliamı protesto etmek için toplanmış bulunuyoruz. Kurulduğu günden beri Doğu Türkistan halkına yapmadığını bırakmayan Çin Halk Cumhuriyeti, son günlerde uyguladığı katliam ve baskılarla dünya gündemine oturmuştur.

30 milyon Müslüman'ın yaşadığı Doğu Türkistan, 1876'dan beri Çin'in işgali altındadır. Doğu Türkistan olarak bilinen bölgenin adı, işgal sonrasında Çince " yeni fethedilmiş " manasına gelen " Sincan " olarak değiştirilmiştir. Bazı basın yayın kuruluşlarında olayın " Sincan bölgesinde etnik çatışma " şeklinde duyurulması basının nasıl bir duyarsızlık içinde olduğunu göstermektedir.

Kapitalizmin son zamanlardaki en azılı canavarı olan Çin, kendi halkını köleleştirirken, Doğu Türkistan halkını da kendi belirlediği fabrikalarda zorunlu olarak insanlık dışı şartlarda çalıştırmaktadır. Doğu Türkistan, zengin enerji kaynakları ile Çin ekonomisinin bel kemiğini oluşturuyor. Ekonomisinin çökeceği endişesi taşıyan Çin dünyayı ürküten nüfus, silah ve ekonomik gücünü Doğu Türkistan üzerinde acımasızca kullanıyor. Bir yandan, bölgenin zengin kaynaklarını sömürürken, diğer yandan bu zengin toprakların Müslüman Uygur halkını esaret altında fakirleştirip, yoksulluğa mahkûm ederek ucuz işçi kaynağı olarak kullanıyor. Fakirleştirdiği Uygurların kadınlarını, kızlarını Çin kapitalizminin canavarları olan fabrikalarda karın tokluğuna çalıştırırken, bir yandan da alçakça tecavüzlerin muhatabı kılıyor, genelevlerine sermaye yapıyor.

İşgalden bu güne Uygurların Hacca gitmeleri, cemaatle namaz kılmaları ve oruç tutmaları engellenmektedir. Memur ve işçilerin camilerde ibadet etmeleri, 18 yaşından küçüklerin dini eğitim almaları ve ibadet etmeleri yasaklanmıştır. Evlerinde bulunan dini kitaplara el konulmuş ve bulunduranlar cezalandırılmıştır. Göstermelik olarak açık tutulan Camilere sadece yaşlıların girmesine izin verilmektedir.

Doğum yasağı getirilerek birçok kadın kürtaja zorlanmaktadır. Böylece Uygur nüfusunun azalması ve neslin yok edilmesi istenmektedir. Doğu Türkistanlı Müslümanlar, Çin hapishanelerinde yıllardır işkenceler görmektedir. Bugüne kadar aralıksız devam eden işkence, katliam ve idamlarda öldürülen Uygurların sayısının şu anki Uygur nüfusunun yarısına eş olduğu söylenmektedir. Uygur bölgesinde nükleer denemeler yapılmakta, bunun sonucu olarak da kanserden ölümler yaygınlaşmaktadır. Allah'ın ayetlerinden olan anadilleri yok edilmeye çalışılmakta, kendi dilleri ile eğitim almaları engellenmektedir.

Geçtiğimiz Pazar günü, Çin'in Güney eyaletlerinden birindeki bir oyuncak fabrikasında saldırılar başlamıştır. Sadece bu fabrikada 200 Uygurlunun öldürüldüğü ifade edildi. Olay, Doğu Türkistan'da gösterilerle kınandı ancak Çin polisi göstericilere acımasız tepki gösterdi. Çok sayıda insan kurşunlarla can verdi. Urumçi'de yıllardır dayatılan nüfus politikalarıyla artık çoğunluk olan Han Çinlileri, Uygurları, evlerini basarak, kafalarına kurşun sıkarak, sopalarla vurarak katlediyorlar. Çin polisi ve askeri, üniformalarını çıkartarak katliama destek oluyor ve teşvik ediyorlar. Sağ kalanlardan bir kısmı da, zulme itiraz ettikleri için idam edilmek isteniyor. Bu olaylarda 3000'e yakın Doğu Türkistanlı'nın katledildiği 5000'den fazlasının tutuklandığı bildiriliyor.

Kısa bir süre Çin'de şaşalı törenlerle karşılanan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan tepkilerini sadece sözle dile getirirlerken, Abdullah Gül'ün ziyaretinin hemen ardından bu katliamın başlaması Olmert-Erdoğan görüşmesinin ardından yaşanan Gazze katliamını anımsatıyor. Zalimlerle menfaate dayalı ilişkiler kurarken, onların azgınlıklarını söylem yapmak en basit ifade ile tutarsızlıktır. Daha gerçekçi tepkiler verilmeli, diplomatik ve ekonomik ilişkiler iptal edilmelidir. Dünyayı çöplüğe çeviren Çin mallarının ithalatının durdurulması onlara büyük bir ceza olacaktır.

Doğu Türkistan'daki insanların hayatı üzerinde Rusya, ABD ve Çin yönetimlerinin kapitalist ve emperyalistçe hesaplar yapmasına sessiz kalamayız. Filistin'de, Irak'ta, Çeçenya'da, Afganistan ve Pakistan'da ve dünyanın diğer bölgelerinde devam eden işgallere ve katliamlara duyarsız olamayız. Onların acısı bizim acımızdır, dertleri derdimizdir.

İnanıyoruz ki, Yüce Allah, zalimlerin zulmünden haberdardır. Allah'ın hesabı çetin olacaktır.

Ve inanıyoruz ki, zalimlerin sonu mazlumların elleri ile olacaktır.
ÇORUM ÖZGÜR-DER, İLKE DER

"KAN KAN KAN, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN" - Güncel Dosya

Pazartesi, Temmuz 13, 2009

Dosya: ( Kan Kan Kan, Kıbrıs, Kudüs, TÜRKİSTAN! )

TÜRKİYE DAHA AKTİF ROL ALMALI
Büyük Birlik Partisi Genel Sekreteri Mustafa DESTİCİ Doğu Türkistan’da Uygur Türklerine karşı Çin’in giriştiği zulüm hakkında bir basın açıklaması yayınladı:

“Çin Hükümeti yaklaşık olarak 60 yıldır Doğu Türkistan’da yaşayan soydaşlarımıza her türlü zulmü uygulamaktadır. Her ne hikmetse bu zulüm özellikle her devlet büyüğümüzün Doğu Türkistan’ı ziyareti akabinde yoğunlaşmıştır. Son olarak da Cumhurbaşkanımızın bölgeyi ziyaretinden üç gün sonra böyle bir vahşetin yaşanması manidardır.

Yapılan zulüm, işkence ve soykırım her türlü iletişim araçlarıyla engellenmesine rağmen dünyanın gözü önünde cereyan etmektedir. Her zaman olduğu gibi uluslararası kuruluşlar Müslüman Türk coğrafyasında gerçekleşen bu katliamı seyretmektedir. Hükümetimizde bu katliamı durdurmak için daha aktif rol almalı ve ivedilikle dünyaya bu zulmün duyurulması ve de durdurulması için çaba göstermelidir. Bu bağlamda;
1- Çin Büyükelçisi olaylar sona erene kadar ülkesine geri gönderilmelidir.
2- Çin ile olan ekonomik ilişkiler askıya alınmalıdır. Çin malları boykot edilmelidir.
3- Başta BM olmak üzere uluslararası örgütler bu konuyu görüşmek üzere acil toplantıya çağrılmalıdır.
4- Doğu Türkistan Vakfı ile Doğu Türkistan Göçmen derneklerinin Türkiye’deki faaliyetlerini kısıtlayıcı ve yasaklayıcı 23.12.1998 tarih ve 1998/36 sayılı “Gizli” Mesut Yılmaz imzalı Başbakanlık genelgesi derhal yürürlükten kaldırılmalıdır.
5- Hepsinden önemlisi Büyük Türk Milleti bu olaya sessiz kalmamalı ve tüm gücüyle bu olayı protesto etmelidir.

Kamuoyuna duyurulur.

Mustafa DESTİCİ
BBP Genel Sekreteri
İlgili Bağlantı:BBP

Mücadele Birliği Sahipata Camii'nde Kuruldu

Pazar, Temmuz 05, 2009



Ne zaman Konya’ya gitsem, Sahip Ata camiine uğrar, en az bir vakit namaz kılarım. Sahip Ata camii, tarihi mekan oluşunun yanında, babam Hadimü’l Kur’an Ziya Yürekli Hoca’nın Konya’da görev yaptığı camilerimizden, dahası Mücadele Birliği’nin kurulduğu cami oluşu bakımından önemlidir benim için. Birkaç kez Sahip Ata Camii kapısında telefonla babamı arayıp ziyaretimi haber vermiştim ve o da çok mutlu olmuştu. Onun hayatında gerçekten Sahip Ata camiinin çok özel bir yeri vardı.

Hadimü’l Kur’an Ziya Yürekli Hoca, 1964 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü’ne kayıt yaptırınca, ilmi, şahsiyeti ve hizmet aşkıyla kısa sürede okul çevresince ve Konyalılarca fark edilir. Sahip Ata camii, birden hareketlenir, kültür merkezi haline gelir. Ziya Hoca, yıllarını verip öğrendiği İslam’ı yaşamakta ve halka öğretmektedir; İslam’ı yaşamadaki samimiyetini, milli hassasiyetini, engin bilgi birikimini, genç ve canlı düşüncelerini, heyecanını yansıtan vaazlarıyla ve sohbetleriyle toplumu aydınlatmaktadır. Yüksek İslam Enstitüsü’nün öğretim görevlileri ve öğrencilerinin yanı sıra, cami cemaatini oluşturan Konyalı memur, işçi, esnaf ve gençlerden oluşan büyük bir çevre kurar. Sahip Ata camii ve cemaati, Milli Mücadele’nin çekirdek kadrosunun da oluştuğu tarihi bir yerdir artık..

1994 yılında, Haksöz dergisine verdiği röportajda Necmettin Erişen, Mücadele Birliği’nin kurucularını “başlangıç itibariyle İslam'a gönül vermiş arkadaşlar tarafından kurulmuştur. Bu arkadaşlar hem ibadi, hem fikri, hem siyasi olarak İslam'a yaşamaya azmetmiş arkadaşlardı. İslam'ı anlamak ve anlatmakla kendilerini görevli sayıyorlardı.” diyerek genel ifadelerle anlatır. (Haksöz Dergisi - Sayı: 40 - Temmuz 94) Ziya Hoca, bu röportajı okumuş, değerlendirmesini yapmıştır. Bu başka bir yazının konusudur. Burada şunu söylemek isterim: Sahip Ata camii, Mücadele Birliği’nin kuruluşuna sahne olurken, tarihin de rahmidir artık..

Burada, Ziya Yürekli Hoca'nın Sahip Ata Camii anılarını hiç anlatmadığını, bu yazıda anlatacağım bilgileri Necmeddin Erişen'den dinlediğimi ve daha sonra babama anlatıp doğrulattığımı belirtmek isterim. Rahmetli Ziya Yürekli Hoca, hizmetleri anlatmayı sevmezdi. O karşılığını Allah'tan bekliyordu çünkü. Bir yıl önce yapılan hizmetleri bile anlatmazdı.. hizmetler konusundaki ketumiyeti, tamamen ihlasından, şahsi bir pay çıkarıp arkadaşlarına vefasızlık yapmış olma endişesinden kaynaklanırdı. Onun için sanki geçmiş zaman, dün yoktu. Dün sonuçlarıyla bugünün içindeydi zaten. O hep ölüm ötesini de kapsayacak şekilde geleceği düşünür, dünya hayatı planında geleceği planlardı. Hayatını, millete hizmete adamıştı ve hizmetleri ibadet zihniyeti ve ciddiyetiyle yapardı.

Sahip Ata camiinde Ziya Hoca’nın yaptığı, kitaplara çekilmiş bilgileri cemaate aktarmak yerine, milletimizi ülkenin vaziyet ve istikametinden haberdar edip inanç gücünü kurtuluş yolu olarak göstermek, halkın mukadderatına Milli Mücadele’de yaptığı gibi yeniden el koymasını, Türkiye’nin görkemli geçmişiyle karanlık geleceği arasında kurtarıcı iradesini göstermesini istemektir.

Ziya Yürekli Hoca, milletimize kurtuluş yolu olarak Hz.Peygamber’in mücadelesini örnek almayı önermektedir. Hz.Peygamber (s.a.v.) babasız dünyaya gelmiş, 8 yaşında annesini kaybetmiş, öksüz ve yetim kalıp dedesinin, amcasının yanında büyümüş bir gençken.. Kimsesiz, yalnız ve güçsüz olduğu halde.. Bir toplumun dinini değiştirmiş, kültürünü dönüştürmüş, tarihte hiç başaramadığı birlik ve beraberliğini sağlamış ve devlet kurmuştu. İnsanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştirmiş ve İslam devletini kurmuştu. İşte arkadaşlarıyla bu çapta ve ciddiyette bir çalışma yapmaya karar vermişlerdi. Bu hareketin adı, Milli Mücadele’ydi.

Kalkış noktaları şudur: Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) cahiliyenin ve küfrün göbeğinde, çok daha azgın olan bir toplumda, nasıl çalışmışsa, nasıl başarıya ulaşmışsa, günümüz Müslümanları da başarılı olup, çağdaş cahiliyeyi yenebilir.. Yapılması gereken, Hz.Peygamber’in başarısını tekrarlamak.

Önce beş altı arkadaş, uzun süre Kur'an-ı Kerim'in üzerinde çalışır. Ayetleri konularına göre tasnif eder. Hareket kabiliyetlerini geliştirecek bütün ayetleri hepsi ezberler. Önemli hadisleri derler, bu küçük ekip. Çok önemli bir şey yaparlar, Kur’an-ı Kerim çalışmasının yanı sıra siyer çalışmasını da yürütürler. Kur’an’ın inzalini (indirilişini) araştırıp incelerler. Sureleri, ayetleri siyere yerleştirirler. Böylece Kur’an’ı ve yaşanışını mercek altına alırlar. Hz.Peygamber’in mücadelesini, yıl yıl, ay ay, neredeyse gün gün tespit ederler. Necmettin Erişen, o küçük ekibi ve çalışmalarını “Konya'da birbirine çok yakın 4-5 arkadaş böyle bir çalışma içinde olduk. Sonunda o döneme göre yoğun bir bilgi birikimine sahip olduk. Etrafa etki edecek canlı bir bakışa ve hayatın içinde bir imana sahiptik.” diyerek anlatır, sözkonusu röportajında. Böylece ilk nesil Müslümanların, Hz.Peygamber’in ashabının imanlarını, ahlaklarını, düşünüş ve yaşayış biçimlerini, mücadelelerini belirleyip samimi bir şekilde aynısını gerçekleştirmeye çalışırlar..

Ziya Yürekli ve Necmeddin Erişen Adanalıdır.. Mevlut Baltacı, Mevlüt İslamoğlu ve İrfan Küçükköy, Kemal Yaman da Konyalıdır.. Dolayısıyla hareketin omurgasını, bu iki şehrin, Adana ve Konya’nın gençleri oluşturmaktadır..

Ziya Yürekli Hoca’nın da aralarında olduğu beş altı kişinin öncülüğünde Sahip Ata camiinde yapılan bu çalışmalar, Konya Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti adına "Yeni Ümit" dergisini çıkarılarak topluma aktarılır. "Yeni Ümit" çevresinde yetişen gençlerin birçoğu daha sonra ülkenin fikir ve kültür hayatında önemli roller alacaklardır. "Yeni Ümit" dergisi, İslam'ı anlatmada topluma açılış kapısı olmuştur onlar için.

Sohbetlerde, karanlık iç ve dış şer odaklarına bayrak açılır. Türkiye’nin ekonomik sömürülüşünü anlatılır. Masonların loca faaliyetleri anlatılır. Komünist hareketler anlatılır. İslam'ı yozlaştırma amacını güden birçok kulüpler deşifre edilir. Gizli ve açık faaliyet gösteren gayri milli teşkilatlara ve İslam'a düşman devletlerin ajanlarının Türkiye'degösterdiği faaliyetlere dikkat çekilir. Türkiye'de Müslüman halkı İslam'dan uzaklaştırmak için oynanan oyunlar anlatılır.. Bütün bunları engelleyebilecek ve onlardan çok daha güçlü olabilecek bir faaliyetin yapılmasının gerekliliği anlatılır. Ziya Hoca ve arkadaşları, Allah'a dayananların daha güçlü olacağı inancıyla hareket etmektedirler bu aşamada.

Bu üniversite gençlerini harekete geçiren fikir çok açıktır: Ekonomik, ideolojik, sosyolojik ve siyasi bütün buhranlar İslam'dan uzak kalmanın sonuçlarıdır ve milletimizi çepeçevre kuşatmıştır. İslam'da ruhban sınıfı olmadığından herkesin İslam'ı anlaması ve anlatması gerekmektedir. Millet, ilimle bir bütün olarak aydınlanacak, problemlerini İslamla çözecektir.

Hareket hemen duyulur, ülke çapında heyecan yaratır, İstanbul’dan ve Türkiye'nin değişik illerinden ilişkiye geçenler olur. Her geçen gün ilişkiler gelişir. Aykut Edibali ve Yavuz Arslan Argun da Afyon’da bu tür çalışmalar yapmaktadırlar. Onlarla da Mevlut Baltacı, İrfan Küçükköy aracılığıyla tanışırlar..

Milli Mücadele, başlangıçta ilahiyatçıların hareketidir. Konya Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin öncülüğünde başlar. Aynı zamanda Milli Mücadele, bütün bir İslam dünyasının heyecanının odak noktasıdır. Şam'da, Bağdat'ta, Kahire'de okumuş gençler ve öğretim görevlileri harekete destek verir. Mısır'da okuyan Abdülkadir Şener, Şam'da Mustafa Sıbai'nin talebesi olarak okuyan Mustafa Kapçı, Bağdat'ta okuyan hocalardan Hüseyin Küçükkılınç, Ali Ara, Şevket Meraki de çalışmalara katılır. Çağdaş evrensel İslam düşüncesi harmanlanır, gözden geçirilir, işlenir bu arada..

Bu ilişkiler, düşünceyi netleştirir, bir kurtuluş programı haline getirir. Oluşan birikimi bir dernekle kurumsallaştırma fikri gündeme gelir. Türkiye'deki, İslam dünyasındaki ve dünyadaki bu tür teşkilatlanmaların nasıl olduğunu, başarıya ulaşmış veya ulaşmamış çalışmaları gözden geçirirler. Sonuçta çalışmada bir adım olsun diye resmi bir kuruluş olarak Mücadele Birliği 1967'de kurulur. Genel merkezini de Konya'da açarlar. Genel başkan olarak, Necmeddin Erişen seçilir..

Necmeddin Erişen, bütün bu çalışmalar sırasında, oldukça samimi davranmış, büyük fedakarlık göstermiş ve heyecan, azim ve gayretleriyle arkadaşlarının hayranlığını kazanmıştır. Konya’nın kenar mahallelerinden Keçeciler mahallesinin camiinde görev yapmaktadır. O karlı kış günlerinde, bisikletle, okulla cami arasında mekik dokurken, Sahip Ata’daki çalışmalara da vakit ayırmaktadır çünkü..

Ziya Yürekli hoca, büyük bir sevinç duyduğu Mücadele Birliği’nin kuruluşunda, genel başkan seçilen Necmeddin Erişen’e, becayiş yaparak, imam hatip olarak görev yaptığı Sahib Ata camiine geçmesini, kendisinin de Keçeciler Camii’nde görev yapabileceğini söyleyerek bir hizmet kahramanlığı gösterir. Artık Necmeddin Erişen, Sahip Ata camii imam hatibi olur. Bu kez de 2 yıl boyunca, Ziya Yürekli Keçeciler camii, Yüksek İslam ve Sahip Ata arasında karlı kış aylarında bisikletle çırpınmaya başlar..

Necmettin Erişen, Mücadele Berliği’nin kuruluşunu anlatırken Sahip Ata camiinden “Bir çok subay, hakim, savcı, bürokrat, polis Konya Sahip Ata Camii'nde verdiğim hutbeleri dinlemeye geliyorlardı. İstihbarat için mi geliyorlardı, izlemek için mi, öğrenmek için mi geliyorlardı? Ama geliyorlardı ve ben de orada ideolojiyi hangi anlamda kullandığımı ve İslam'ı bütün boyutlarıyla anlatıyordum.” diye söz eder sözkonusu röportajında.

Sahip Ata camii, tarihin rahmi olur, Mücadele Birliği’ni önce fikir, sonra eylem planında yapılandırır.

Ziya Yürekli hoca, şehir merkezinde, güzel bir camii olan Sahip Ata’da Mücadele Birliği’nin doğuşuna ve gelişmesine büyük katkıda bulunur. Necmeddin Erişen; Ziya Yürekli’nin yaptığı bu büyük fedakarlığı, Sahip Ata’yı kendisine gönüllü devretmesini Üsküdar’daki bir sohbetimizde minnetle bana anlatmış, kadirşinaslığını ve vefasını göstermiştir.

Aykut Edibali “Mücadele Birliği bir kültür hareketi, bir mektep olarak vereceğini fazlasıyla verdi. Renkleriyle, çeşitleriyle çok farklı yerlerde olan insanlarıyla bunu başardı. 20 tane adam Türkiye’yi salladı.” diyor. Ziya Hoca da Türkiye’yi sallayan o 20 kişiden biriydi.

Ziya Yürekli, hayatı boyunca, Necmeddin Erişen’i sevgiyle, özlemle ve dualarla anmıştır; İstanbul’da yaşayan Necmeddin Erişen’in Adana’daki yakınlarıyla ilişkilerini son nefesine kadar büyük bir muhabbetle sürdürerek vefasını göstermiştir. Necmeddin Erişen de son yolculuğunda onu yalnız bırakmayarak, taziyeye gelerek göstermiştir. Aykut Edibali bey, o acı günümüzde, telefonla arayarak taziyede bulunmuş, annemin, benim ve kardeşlerimin acısını paylaşmıştır.

Burada Mustafa Kapçı Bey'in vefasını da hayranlıkla anmak zornudayım. Adana eski İl Müftüsü Mustafa Kapçı ve öğretmen Hadimü’l Kuran Ziya Yürekli Hoca dünya ve ahireti kuşatan dev İslam kardeşliğin, dava adamı olmanın güzel örneğini verdiler. Adana'yı mücadelenin ve hizmetin markası haline getirdiler.

Mustafa Kapçı Hoca, Ziya Hoca'ya yapılacak son görevlerin eksik yapılması için büyük hassasiyet gösterdi, cenaze namazını de bizzat kendisi kıldırdı. Mustafa Kapçı Hoca ve Millet Partisi Adana İl Yönetimi, Ziya Hoca’ya büyük bir vefa gösterdi, onu ebedi istiratgahına büyük bir acı, muhabbet ve dualarla yerleştirdiler. Günlerce evinde Kur’an-ı Kerim okuyan, sayısız hatim indiren, her ölüm yıldönümünde anma gecesi düzenleyen gençler, Ziya Hoca’ya yanılmadığını, hizmetlerinin boşa gitmediğini göstermektedir.

Biz, Ziya Hoca’nın çocukları, Milli Mücadele'nin öncüleri Necmeddin Erişen Beyi de, Aykut Edibali Beyi de, Mustafa Kapçı Hoca'yı da bir aile büyüğümüz olarak görürüz.. Her üçünü de ayırt etmeden sever, saygı gösteririz. Milli Mücadele’ye önderlik edişlerinden dolayı, hizmetleri nedeniyle her üçünü de hep minnet duygusuyla anarız.

MUSTAFA YÜREKLİ

http://hadimulkuran.blogcu.com/mucadele-birligi-sahip-ata-camii-nde-kuruldu_47035861.html

İnternet Basınından, YMM

Pazar, Haziran 28, 2009

YENİDEN MİLLİ MÜCADELE

Ne zamandır Türkiye'deki sağ siyasetlerin yakın tarihini inceleme niyetindeydim. Ülkücü hareket, Milli Türk Talebe Birliği, Akıncılar, Kültür Ocakları... Bu konuda mevcut olan İnternet kaynaklarını tararken, Taraf Gazetesi yazarı Yıldıray Oğur Bey'in bir yazısına rastladım. Türkiye Sağı'nın ideolojik temellerini atan bir teşkilattan bahsediyordu: Yeniden Milli Mücadele Hareketi. Özellikle yeni neslin duymaya pek de aşina olmadığı bu hareketi, iddia'nın ciddiyetine binaen, internet üzerinde araştırdım. Türkiye'de "Millilik" ve "Müslümanların İslamî Bilinçlenmesi" kavramlarında, böyle derinlikli bir perspektif sunabilen, Türk entelektüel hayatında yeni çizgiler çizmiş bir yapılanma neden araştırma konusu yapılmaz? Derin bir merak içerisindeyim.

İncelemeniz için, internette araştırma yaparken karşılaştığım ve YMM hakkında (hala gelişmesi gerekse de) internette karşılaştığım en iyi çalışma olan http://mucadeleci.blogspot.com sitesini tavsiye edebilirim.

Türk-İslam siyasi tarihi, eğrisi ile doğrusu ile hepimize ait. Ve tarihimiz, kitaplıkların tozlu raflarında kalmaktan fazlasını hak ediyor. Araştırmacılarımızın ve gençlerimizin dikkatine sunuyorum.

(...)

Yazar: Yasin Karagözlü
http://www.haberhilal.com/yazar-YENIDEN-MILLI-MUCADELE--256/

Gönderen: Mehmet Mutluoğlu

İnsan Bilgisi ve Felsefe - 2

Salı, Haziran 23, 2009

Yazının ilk bölümü için tıklayınız

B- Felsefenin iki temel problemine bakışımız

Felsefe, İlim ve Din

Düşünce tarihi incelenine görülüyor ki, insanoğlunu meşgul eden birkaç temel soru olmuştur. İnsanoğlu, kendi düşüncesi dışında var olan varlığı tanımak, öğrenmek ve bilmek istemiştir. Düşüncesinin konusu olarak kendisi, içinde yaşadığı toplum ve nihayet kâinat onu ilgilendirmiştir. İnsan düşüncesi dışında mevcut olan varlığın bilgisi hakkında, insan düşüncesine temel hizmeti gören disiplinler bulunmuştur. Bunları “felsefe”, “ilim” ve “din olarak isimlendirmek mümkündür.
İlimler, maddenin veya canlı varlığın bir bölümü hakkında bilgi vermeye çalışıyorlar. Mesela, genel olarak maddedeki değişmeleri inceleyen bilgi dalları; fizik, kimya, fizikî kimya vb… Fizik maddedeki fizikî değişmeleri, kimya, kimyevi değişmeleri inceliyor.
Belirtmek gerekir ki, her bilgi dalının prensibi, teorileri ve metodu, kendine hastır. Ayrıca ilimler “nedir?”, “niçin?”, “nasıl?” gibi, insan düşüncesinin temel sorularını cevaplamayı bırakmışlardır. İlimler, bilhassa müspet ilimler, “formüle etmeyi” esas alıyorlar.
İlimlerin, hem konularını sınırlama mecburiyeti, hem de soyut formüllerle yetinmeleri, “objektif varlık” hakkında genel bir fikir edinmeye mani bulunmaktadır.
Fakat insanoğlu, kâinat ve zaman içindeki yerini doğru olarak bilmek ister. “Nereden geliyorum, nereye gidiyorum, ben neyim, kâinattaki yerim nedir?” diye sorar. Bu sorulara cevap veren iki disiplin vardır. Din ve felsefe…
Felsefe, insan bilgisinin vardığı neticelere ve imkânlarına dayanarak yapılmış bir genelleme ve sentezdir. Gayesi ise, yukarıda söylediğimiz temel sorulara, doğrudan veya dolaylı olarak cevap verme denemesidir.

Şu halde felsefe, insanın bilgi vasıtaları yani a) duyuları(aletleri) b) aklı(aklın çalışması – düşünce, hayal gücü ve ilham) ile varlığın(kâinat ve hayatın) izahına çalışıyor.

Demek ki, felsefe, bu vasıtalara dayanan bir araştırma yolunun vardığı neticeler demektir ve insan bilgisinin doğrulayan mutlak bilgi kaynağı ve vasıtasını inkâr etmektedir.

Bilgi edinme yolu(bilgi teorisi) yönünden, felsefenin karakteri budur. Ancak, İslam mütekellimini(kelamcıları), kilise filozofları ve Yahudi ilahiyatçıları, vahyi kabulde birleşirler. Fakat Yahudi ve Hıristiyan ilahiyatçıları, sadece kendi peygamberlerine inen vahyi, onun risaletini, temel prensiplerini kabul ederler.

Bilgi Teorisi Yönünden Felsefe

Bu istisnalar dışında felsefeyi bizim, önce bilgi teorisi yönünden tenkit etmemiz gerekiyor. Bu tenkidin dayanacağı esas ise, insan bilgisinin mahiyeti ve insan bilgi vasıtalarının sınırları meselesidir.
Bunlar şunlardır:
a. İnsan düşüncesi, “toplama” ve “çıkarma”ya irca edebilir. Düşünürken yapılan işlem budur.
b. İnsan düşüncesi, “kavramlar” ile düşünür. Ve kavramlar, gerçeğin aynı değil, onun hayalidir.
c. Bu kavramlardan pek çoğu, dış dünyanın değişik görünümlerinin zihnimizdeki hayalidir. Ve tam tamına gerçeği aksettirmez.
d. Kavramlardan birçoğu zihnimizde mevcuttur. Objektif âlemde var olup olmadığını bilmemekteyiz. Mekân, zaman, sebep-netice (yani illiyet), ayniyet, rakamlar, şekiller vb…
e. Düşüncemizin uyduğu mantık kaideleri, sadece kavramlar arasında bulunan zaruri oranları ortaya koyar. Yani, mantıken doğrudurlar. Realitede doğru olup olmadıklarını bilmemekteyiz.
f. Bilgi kaynaklarımızın dayandığı duyu vasıtaları ve aletlerimiz, bize ancak sınırlı ve ihtimali bir bilgi verir. Bu sınırlara kısaca işaret ettikten sonra, bazı örnekler üzerinde çalışalım:

Meselâ: duyu vasıtaları ile (deney ve gözlem) alınan hayaller, parçalanmaz, bütün ve daimi seyir halinde olan dış âlem hakkında parçalı, anlık fotoğraflar gibidir.
Misal verirsek, bir deney prosesi içinde, iki bilyenin birbirlerine vuruşunun fotoğrafını çektiğimizi düşünelim. Öyle gelişmiş bir fotoğraf makinelerinin olduğunu düşünelim ki, bize vuruş anında bilyelerin hareketi ile ilgili 1.000.000.000 fotoğraf versin. Bunun anlamı nedir? Bir saliselik zaman dilimi içinde, çarpma ile ilgili 1.000.000.000 durum fotoğrafı. Fotoğraf sayısını ne kadar artırırsak artıralım, bir hareketin tümü ile değil, sadece hareketin son derece küçük zaman aralıkları içindeki yerini bilebileceğiz. Özetle, bütünü, yani tam gerçeği bulamayacağız.

Ayrıca, duyu vasıtalarının ve bilhassa deney vasıtalarının yanılma imkânı olduğu unutulmamalıdır. Hiçbir terazi, hiçbir ölçme vasıtası hatasız değildir. Mesela son derece hassas bir terazinin bile eşit gösterdiği iki kütle birbirinin aynı olamaz.

Ayrıca gerek matematikte, gerek deneyde bazı kemiyetleri ihmal ederiz. Cebir işlemlerinde ihmal edilen (epsilon), mesela piramidin hacminin hesaplanmasında ihmal edilen sayılar ve deneylerde ihmal edilen kemiyetler böyledir.

Bunlara çekirdek fiziğinde deney vasıtasının deneylenen üzerinde meydana getireceği değişmeleri ihmal ettiğimizi ekleyebiliriz. (Heisenberg’in izahı)

Ayrıca, ilimlerin prensiplerinin tecrübe üstü kabul edilişini ve bazı kanunların ise ancak tahayyül ettiğimiz şartlarda doğru olabildiğini hatırlamalıyız. Mesela, basınç ve ısı ile ilgili kanunlar, mutlak boşlukta “tam” geçerlidir. Hâlbuki mutlak boşluk reel değildir.

Hülasa, insan bilgisi (bu kaynaklara dayandığı ölçüde) ihtimalidir, izafidir. Her ilmi ilerleme, daha öncekileri tashih ederek ilerler. İlerleme varsa izafilik de vardır.

İlmi çalışmada(yani sınırlarını çizdiğimiz bir konuda) bize faydalı bilgiler verebilen “ilim yapma” imkânımız, kâinat ve hayatın genel izahında tatminkâr değildir. İlmî çalışmaların neticelerinde tatminkâr sonuçlar alabiliyoruz; ama insanın hayatî problemleri karşısında birbirini tutmaz nazariyeler içinde bocalıyoruz. Bu da, tabii bir şeydir. Çünkü her konu, kendisini bilmek için ayrı araştırma yolları gerektiriyor. Mekaniğin kanunları, makro kozmosun kanunları, mikro kozmosun bilebildiğimiz kanunları farklı… Hiç kimse, çekirdek fiziğini, basit matematik işlemler yoluyla kavramaya çalışmıyor. Yani farklı kanunlar, farklı araştırma metod ve disiplinleri gerekiyor.

Kâinat ve hayata “doğru” bir bakış, insanı varlığı hiçbir şeye bağlı olmayan, kendi kendine var olan ile temasa getirir. Yani, tamamen farklı bir araştırma ve düşünce alanına girmiş oluruz. Burada, madde ve tezahürlerini incelemede, bize ihtimali bir gerçek bilgisi verebilecek metotlarımız, büsbütün yetersiz kalır.

Ayrıca, hatırlamalıyız ki, “şeyler” arasında değişmez, sabit bir oranı ifade gayretinde olan ilmi bilgimizin ortaya koyabildiği mefhumlarımız şunlardır: “sebep-netice”, “cevher-araz” ve nihayet “eşitlik”. İşte, varlığımızın tezahürleri arasında münasebet kurmaya yarayan kavramlarımız bunlardır.

Bu kavramlar, kendi kendine var, değişmez, ebedi, ezeli ve sonsuz var olanı ve onun objektif âleme müdahalesini aradığımızda, hiçbir mana ifade etmez. Hele sınırlı, izafi, ihtimali ve tekâmülcü bilgi vasıtalarımız ve metodumuzla bu büyük problemin halline çalışmak manasızdır. Varılan hayalleri ise, hakikat zannetmek, büsbütün hatadır.

İşte felsefe, belirli bir alanda faydalı neticeler veren metodun, daha farklı bir alana tatbikinden doğan bir hatadır.

Bu hata, objektif âlemin ve belirtisinin, onun var oluş şartı yapılmasıdır. Mesela, varlığı; “kütle”, “hacim”, “şekil”, “hareket”, “enerji” ile birlikte görüyoruz.

Ve bunlar arsında bir münasebetin var olduğunu fark ediyoruz. Eğer varlığı, bu belirtilerden biri ile izah eder, bunu temel sebep kabul edersek, ilmîlikten uzaklaşırız. Kâinatı ve hayatı, bir sihirli prensiple izah çukuruna düşmüş oluruz.

Meselâ, bu prensibi “madde” kabul edersek maddeci “zekâ” dersek stoacı; “form-suret-fikir” dersek idealci; “irade” dersek iradeci vb. oluruz. Ve burada düşülen hata, sınırlanmış bir konu da bize ihtimali bir bilgi veren düşünce metodunu sınırsız, mutlak ve değişmez gerçek alanına da uygulamaktan doğar.

Bilgi Teorilerine Bakışımız

Felsefe mekteplerinin ayırım çizgilerinin birinci olarak kabul ettiğimiz “Bilgi Teorisi” açısından, felsefe okulların bakalım. Bilgi teorisinin de temeli olarak kabul ettiğimiz “insan bilgisinin özü” meselesi, bizce felsefe cereyanlarını araştırmada, bir mihenk taşıdır.

Bu bakış açısından, felsefe mekteplerini iki temel okulda toplanmış görüyoruz.

a. İnsan bilgisinin tanrılaştırılması
b. İnsan bilgisinin inkârı

Yukarıda, insan bilgisinin, özü itibarıyla “sınırlı”, “izafi”, “ihtimali” ve “gelişmeci” olduğunu belirtmeye çalıştık. Ve bilgimizin gerçekle münasebetinin mutlak, sınırsız ve değişmez olmadığını gösteren deliller üzerinde durduk. Bu bakımdan, ister ampirist, ister rasyonalist ve isterse sensualist olsun, bütün dogmatik felsefe mekteplerinin, insan bilgisinin özü göz önüne getirildiği taktirde, iflas etmiş olduklarını söylemek gerekir.

İnsan bilgisinin inkârı temayülü etrafında topladığımız felsefe okulları ise, uzun bir zamandan beri tarih olmuş sayılabilirler.

On-sekizinci asrın dogmatik rasyonalizminin çocuğu materyalizm, yirminci asırda büyük siyasi ve askeri güç elde etmiş olmanın avantajına rağmen, bu asırda pozitif ilimlerin ortaya çıkardığı yeni problemler karşısında derin bir sarsıntı geçirmektedir. Aynı şekilde, Hıristiyan düşüncesi, gerek Katolik, gerekse Ortodoks olsun; mutlak gerçekle vasıtasız temas imtiyazı iddiasını ispatlayacak ve mantıki ne müspet ve ne de tarihi bir delile sahip bulunmaktadır. Protestan düşüncesi ise, hemen hemen doğuşundan bu yana, ilmi düşünce ile dini ve felsefi düşüncenin alanını ayırdığı gibi, bu ayrı ayrı alanlarda var olan bulguların birbiri ile alakası üzerinde düşünmek vecibesini yüklenmekten kaçınıyor denebilir. Kısaca bu son düşünüş stili; ilim, felsefe ve din alanında birbirinden bağımsız, hatta birbirine zıt hükümlere aynı anda inanma temayülündedir.

Netice olarak, asrımızda hâkim düşünce şekilleri, insanın en büyük problemi olan “kâinat ve zaman içindeki yeri” meselesi karşısında tam bir çıkmaza girmiş bulunuyorlar. Ve böylece, bu azametli soru cevapsız kalmış görünüyor. İnsanın maddi ve manevi aksiyonu, doğrudan doğruya bu soruya cevap vermeye bağlıdır. Ancak, insan bilgisinin özü ve vasıtalarının sınırı gibi kesin bir sınır çizgisi, bu problemin çözülmesinde en büyük engel durumundadır.

Bu engel nasıl aşılabilir? Bu engel, ancak, mutlak bir bilgi kaynağı varsa ve bu bilgi kaynağı ile insan şuuru arasında doğru bir münasebet kurulabilirse, insanın büyük problemini çözümlemede, aşılması gerekli sınır aşılabilir. Ancak bu yolladır ki, insan bilgisinin sınırlı, tekâmülcü, izafi ve ihtimali karakterinden doğacak mahzurlar, mümkün olan asgariye iner ve insan bilgisi onu “en az hatalı” hududunda tutacak temel, kılavuz ve kontrolcü prensibe kavuşabilir.

Özetle, milli düşüncemizin, insan bilgisinin özü ve vasıtalarının mahiyetine dayanarak ihtimali, izafi, sınırlı ve gelişmeci özellik taşıdığını belirtiyoruz. Bu tespitimizle, insan bilgisini tanrılaştıran bilgi teorilerini reddediyoruz. Aynı şekilde, insan bilgisinin mutlak bilgi ile temas imkânını reddeden, insan bilgisini inkâr eden felsefelerden; mutlak bilgi kaynağının, bütün insanlık tarihi boyunca insan şuuruna, kendine mahsus vasıtalarla serpilişi vakıasına şahit tutarak ayrılıyoruz.

Aykut Edibali

İLİM, KÜLTÜR VE SAN'ATTA GERÇEK
CİLT: 1
1 TEMMUZ 1975
SAYI: 1

İnsan Bilgisi ve Felsefe - 1

Pazartesi, Haziran 22, 2009

A. İNSAN BİLGİSİNİN VE VASITALARININ MAHİYETİ HAKKINDA

İlim, insanın gerçeği kavrama ve anlama gayretinden doğar. Şu halde ilmin gayesi, varlığın ve onun belirtilerinin bilinmesi demektir. İnsan, gerçeği bildiği ölçüde, problemlerini doğru olarak çözme imkanını elde edebilir. Ancak ilmi bilgi sayesinde, gerçek bir hayat görüşü ve insan problemlerinin doğru ve başarılı bir çözümüne ulaşmak mümkün olur. Şu halde, insanın ve toplumun problemlerini çözmek için baş vurulacak vasıta, ilimdir.

Öyleyse; “ilim” ve “gerçek” kelimelerinden ne anladığımızı belirtelim.

İlim, insan şuuru ile obje arasında kurulan doğru (yanlış olmayan, yahut yanlış olma ihtimali az bulunan) bir münasebettir. Bu münasebet, maddi değildir. Zihnin düşünce vasıtalarının mahiyetine uygun olarak, ruhidir. Yani şuur, kendi dışında var olanın, yani konusunun zihnindeki hayalini kavrayan “kavramlar” ile düşünür. Şu halde zihnin, kendi dışında var olanın aynısı ile değil, onun –tabir yerinde ise- zihnindeki fotoğrafı ile düşünür. Bunlara “kavramlar” diyoruz. Burada kavramlarla düşünme zaruretinin, insan bilgisinin özünü teşkil ettiğini hatırlamalıyız. Bu demektir ki, insan zihninden daha farklı yapıda olan şuurların bilgisi, bizimkinden özü itibarıyla farklıdır. Yani varlığın ve varlık belirtilerinin gölgeleri ve hayalleri ile düşünmeyecek bir şuur için, varlığın hayallerine ihtiyaç yoktur. Varlığı doğrudan doğruya kavramak; hayaller, semboller ve gölgeler vasıtasıyla kavramaktan elbette farklıdır. Birisi beşeri bilgidir. Bu bilgi sınırlıdır, ihtimalidir, gelişmeye namzettir ve izafidir. İkincisi, ilahi bilgidir. İlahi bilgi sınırsızdır, değişmez ve mutlaktır.

Şimdi gerçeğe gelelim. Burada “gerçek” kelimesine şu manayı verirsek, daha az hatalı bir tarif vermiş oluruz. “Gerçek” varlığın kendisi, tıpkısı ve aynısıdır. Bu tarif, mantık bakımından tutarlı ve doyurucudur. Ancak , müsbet yönü yoktur. Mantık bakımından tutarlıdır; Zira mantığın temeli, “bir şeyin, kendisinin aynısı” olduğunu kabullenmektir. Ve “gerçek” hakkında verdiğimiz tarif de, bunun bir tekrarıdır. Bunun dışındaki tarifler, sadece bir yaklaşıma imkan verir.

İnsan Bilgisinin Mahiyeti ve Neticeler

Gerçeğin bu tarifinin ikinci neticesi ise, gerçeğin bilinme imkanını belirtir. Gerçek, varlığın (kast edilen varlık, zaman ve mekana bağlı varlıktır) değişmesinin ve belirtilerinin bizzat kendisi ise, gerçeğin bilgisi, varlık ile bilgi melekesi arasında doğrudan doğruya, vasıtasız bir münasebeti gerektirir. Halbuki, insan düşüncesi ile varlık arasında vasıtalar (kavramlar, deney, gözlem, vb.) vardır. İşte bunlar, varlık, yani gerçekle insan arasındaki yegane, fakat sınırlı vasıtaları teşkil ederler. Bu da insan bilgisinin sınırlı, tekamülcü, nisbî, ihtimali karekterini açıklar.

Bu mütalaalar, insan bilgisinin “gerçeğin mutlak bilgisi” olmadığını gösterir. Fakat müsbet anlamlı şudur ki, insan bilgisi iyi ve doğru neticeler elde edebilecektir. Ve gayesi her türlü peşin hükümden sıyrılmış olarak, insan hayatını daha müsbet, daha faydalı ve daha kolay hale getirmek olacaktır. İnsan bilgisi bizzat özü ve gerçeği bulmaktaki sınırı meselesini ortaya koyarak daha faydalı hale gelebilir ve büyük gelişmeler gösterir. Bu suretle, yani insan bilgisinin gelişmesine en büyük hizmet; onu, ilmi donduran ve kalıplaştıran düşünce tarzlarından kurtarmak ve onun ilerlemesini hızlandırmak olacaktır. Bu da insan bilgisinin izafi, nisbi ve (nihai ve son bilgi olmadığı için) gelişmeci mahiyetinin bilinmesiyle kabildir.

Klasik Rasyonalizm ve Klasik Pozitivizm Yıkılıyor
Ancak bu suretle, Rönesans’tan itibaren büyük bir ümitle ve ilahlaştırılarak bağlanılmış bulunulan klasik pozitivizm ve klasik rasyonalizm’in içine düştüğü çıkmazdan kurtulmak mümkündür. Bilindiği gibi, Descartes’in Avrupa’da açtığı “rasyonalizm” çığırı, uzun bir süre hakimiyetini devam ettirdi. Böylece aklî ilimlerin (matematiğin) metodu, diğer ilimlere de teşmil edildi ve Avrupa düşüncesinde verimli gelişmeler doğurdu. Bu disiplin (yani akıl yürütme) verimli olduğu sahalarda kullanıldığı çapta faydalı olabilir ve olacaktır. Ancak bu disipline ve onun prensiplerine “mutlak hakikatın vasıtası” gözüyle baktığımızda, yanılırız. Nitekim Bergson, en azından rasyonel metodun, hayat hadiselerini izahta kifayetsiz bulunduğunu gösterir. Aynı şekilde Descartes’in “mekanist alem” telakkisi, bugün sarsılmış bulunuyor. Descartes, bütün fizik alemi, madde ve hareket ile izah edebileceğini zannediyordu. Bugün, çekirdek fiziği üzerinde yapılan incelemeler, bu küçücük, fakat hayrete şâyan alemi “madde” ve “hareket” mefhumlarının izah edemediğini gösteriyor. Aynı şey, “makro kosmos” için de varittir.

Aynı hal, pozitif metodun da başına gelmiş bulunuyor. İnsan bilgisinin asli kaynaklarından biri olan pozitivizm, Hristiyan dogmatizmini ve skolastiği yıktı. Ve Avrupa kafasını, tabiatın gözlem ve deney yolu ile bilinmesine yöneltti. Bu metod da insan düşüncesini ilerleten bir metottu. Ve verimli neticeler hasıl etti ve edebilir. Ancak Heisenberg gösterdi ki, deney vasıtalarımız, deneylenen şey(obje) üzerinde tesirler meydana getirmektedir. İşte bu tesirlerdir ki, gözlem vasıtasıyla elde edilecek bilgilerin gerçeğe göre, sınırını teşkil etmektedir.
Ve bugün ilmi düşünce; sağlam, sarsılmaz ve mutlak zannettiği prensiplerin ve metodların sınırlarıyla karşılaşıyor. Bu ise, ilmi düşüncede tam bir kriz sayılabilir. Sebep ise basittir. İnsan bilgisinin mahiyeti ve kullanılan metodların sınırlılığının kabul edilmeyişi. Sonra, mukadder sınırlarla karşılaşınca ya bu sınırı tanımamak yahut derin bir ye’se düşmek.

Bu sebepten ilmi çalışmanın temel prensibi; hiçbir aksiyom, prensip, teori, kanun ve hipotezin mutlak, alemşümul ve kesin gerçek olduğu hayaline saplanmamak olmalıdır. İnsan bilgisinin özü, vasıtaları ve neticeleri, sınırlı, izafi ve ihtimalîdir. Bu unutulmamalıdır.
Aklımıza bir soru gelebilir: “Eğer beşer bilgisi izafi, sınırlı ve ihtimali ise, insanın kainat ve tarih içerisindeki yerini nasıl anlayabiliriz? İnsanın müşküllerini nasıl çözebiliriz? Akıl ve duygular vasıtasıyla idrak edilen bilgiden daha üstün, daha geçerli bilgi mümkün müdür? Mümkünse, nasıl?

İnsan Bilgisini Doğrulayan ve Tamamlayan Bilgi Kaynakları

İnsan bilgisinin tamamlayan, onu mevcut sınırlarının üstüne yükselten bilgi yolu var olmalıdır. Ve tarih, böyle bir bilgi vasıtasının var olduğunu gösteriyor. Bu ruhi müşahededir. Şuurun kalıplaşmış, kaideleşmiş tabakasının, yani zekânın tefekküründen, duyu vasıtalarımızın kapasitelerinden çok daha yüksek bir bilgi vasıtası olan şuurun yüksek fonksiyonlarının, bu vasıtaların nüfuz alanının sınırlarını aşması mümkündür. Burada objektiflikten uzaklaşırız. Son derece serbest bir alanda, bilgi aranır. Hayaller, yanılmalar daima mümkündür. Zeka ve duyu üstü bilgi alanında araştırma yapmak, son derece zordur. H.Poincare’nin gösterdiği gibi, yüksek tefekkür, eşyanın gözlemi ve deneylenmesi ve zekanın kalıplaşmış, objektif kaidelerinin mekanik bir uygulamasından tamamen başka bir şeydir. Suyun üzerine düşen ışık demetlerinin müşahedesi gibi, ruhumuzun (şuurumuzun) üstüne düşen gerçek kırıntılarının müşahedesidir. Bu, “ilham”dır. İlham, düşüncelerimizi birden aydınlatır ve mütefekkürler onu; tutarlı, mantıkî, objektif hale getirir. Yahut getirmeye çalışır. Yani objektif müşahede ve objektif düşünce(mantıki düşünce) yüksek tefekkürün, ruhi müşahadenin materyali ve malzemesi olur. Ancak bu yol, son derece nadir insanın “gerçeği araştırma” (daha doğrusu “gerçeğe yaklaşma”) yoludur. Bu yüksek bir istidat ve özel bir eğitim gerektirir. Ve belirtmeye hacet yoktur ki, bu yol; hem kesin doğru yol değildir, hem de insan elinde değildir. Bu bilgi alanında, mütefekkir, aktif değildir; pasiftir. Şu halde ilham hem sübjektif bir metottur; hem de vardığı neticeler, en müspet olduğu anda bile, “muhtemelen doğru” hududunda kalır.

İlhama akraba olan ve onun en üst noktasını teşkil eden bilgi vasıtası ise, insan şuurunun “mutlak gerçeğin bilgisi” ile doğrudan doğruya temas kurmasıdır. Bu “vahiy”dir. En üst düzeyde “doğru”, “emin”, “güvenilir” bilgi vasıtası budur. Burada, ilhama daima karışma tehlikesi olan, hallisünasyon’lar yoktur. Hata ihtimali ortadan kaldırılmıştır. Belirtmeliyiz ki, bu bilgi yolunda sadece “mutlak gerçek”in mutlak, sınırsız, değişmez bilgisinin sahibi Allah’ın iradesi câridir. Kabulde tereddüt edilmez ki, bu vasıta, sırf insan gayretiyle kurulamaz. Ancak Allah’tır ki, hatadan salim, güvenilir, doğru ve emin bilgiyi verme yolunu açar. Muhatabını ruhen, bedenen hazırlar ve bu büyük yükü almaya hazır hale getirdikten sonra, takdir ettiği bilgiyi verir. Allah’ın bilgi vermeye hazırladığı muhaatpları ise, insan tefekkür ufkunun zirvesini teşkil eder. Bu zatlara “Peygamber” diyoruz. Vazifeleri ise, “mutlak”, “alemşümul” ve “zaruri”dir. Beşer bilgisini doğrultan, bütünleyen ve tamamlayan bilgilerdir. (Elbette bu bilgilerden bir kısmı, insan nev’inin o günkü seviyesine uygun, zaman ve mekan bakımından sınırlı bilgileri de ihtiva eder.) Bu bilgiler, dünya tarihinin başlangıcından bu yana, aynı ve değişmez hakikati ortaya koyuyor. Bu bilgiler arasında tenakuz görülemez.

Ayrıca ilave etmeliyiz ki, bu bilgi kaynağı kesin olarak kapanmıştır. İnsanoğlu, kâfi olgunluğa erişmiştir. Ve son peygamber vasıtasıyla bildirilen gerçekler, eğer o isterse, daima istifade edebileceği şekilde korunmuş bulunuyor.

İlmi Bilgiyi Nasıl Elde Edebiliriz?

Bunları belirttikten sonra, şimdi, ilmi bilgiyi nasıl elde edebileceğimizi pratik olarak ortaya koyalım:

İlmi bilginin iki temel vasıtası bulunuyor. Bu iki temel vasıta, duygularımız ve aklımızdır. İlmi bilginin iki pratik vasıtası, bunlardır.

Önce, duyularımızın bilgi vasıtası olarak kullanılışı üzerinde duralım. Duyu vasıtalarımız (görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma), bilgi edinme araçlarıdır. Biz, varlık hakkında, bu vasıtalar aracılığı ile bilgi sahibi olabiliyoruz. Bu vasıtaların kullanılma usulü olarak, iki metod geliştirilmiştir: “Gözlem” ve “deney”… Gözlem, varlığa ve belirtilerine dikkatle duyu vasıtalarımızı çevirmektir. Gözlem, bugün duyu vasıtalarımızı kuvvetlendiren vasıtaların yardımıyla yapılmaktadır. Gözlemin iyi sonuçlar verebilmesi için, gözleyicinin dikkatli, sabırlı ve tarafsız olması gerekir. Şüphesiz ki gözlem, bir hipotezin doğruluğunu aramak için yapılırsa faydalı olur. Ayrıca, gözlem vasıtasının obje ve suje üzerindeki tesirleri de hesaplanarak, hata payı ortaya konur. Ve tarafsız olmak için, bu şarttır.

Duyu vasıtalarına dayanan ikinci teknik, deneydir. Deney, araştırıcının tayin ettiği şartlara uygun olarak aynı olayın tekrar gözlenebilmesinden ibarettir. Sosyal ilimlerde ise deney metodu, tabii ilimlerdeki gibi uygulanamaz. Sosyal ilimlerin bünyesine uygun olarak farklı metodlar kullanılmaktadır.

Duyularımız vasıtasıyla gelen bilgiler, akıl yoluyla yorumlanır. Burada akıl, deneyden önce bir hipotez kurar. Bu hipotezin doğruluğu deney ve gözlem yoluyla tahkik eder. Sonra “prensip”, “aksiyom” ve “teori” gibi, deneylenen konu ile ilgili daha genel hakikatlere yaklaşmaya çalışır.

Burada zihin, “sentez” faaliyeti içindedir. Yani, önce parçaları, cüzleri gözlem ve deneyle inceliyor, sonra parçalar hakkında edindiği fikri, genel bir fikir haline getiriyor.

İnsan bilgisinin deneylerden, gözlemlerden çıkardığı genel formüller şunlardır:

Teori: Bir konuya ait deneylerin sonuçlarını toplayan ve düzenleyen sentezlerdir. Fizik’te “çekim, mekanizm, enerjetizm, elektron teorisi”; biyolojide “mekanizm, animizm, vitalizm, evrim teorileri” vb.

Kanunlar: Olaylar arasında değişmez münasebetlerin ifadesidir.
Ancak hemen belirtmeliyiz ki, hem tabiat ilimlerindeki hem de sosyal ilimler alanındaki teoriler ve kanunlar, daima ihtimali bir özellik taşır. Ne kanun, ne de teori mutlak, zaruri ve kesin değildir, ihtimalidir.

Aksiyomlar: Matematik ve mantık gibi akli ilimlerin (yani akla dayanan bilgi disiplinlerinin) başlangıcıdır. Bunlar mantıken zaruri ve apaçık kabul edilirler. Aksiyomlar, kavramlar arasındaki zaruri münasebetleri ortaya koyarlar. Bunlar, ancak mantıken açık ve kabule değerdirler. Yoksa gerçeğin ifadesi olarak, mutlak, değişmez ve genel değildirler.Yani mantıken zaruri, genel ve mutlaktırlar. Mesela “aynılık prensibi” böyledir. Mantığın ve matematiğin dayandığı temel, budur.

Postülatlar: İspata ihtiyaç duyulmaksızın kabul edilebilen, mantıken zaruri ve apaçık kabul edilen hükümlerdir. Bu postülatlar, birbirinden farklı olabilir. Ve bu farklı postülatlara dayanan, tamamen farklı fakat mantıki sistemler ortaya konabilir. Euklides, Laboçevsky ve Rienmann Geometrileri gibi.

Prensipler: Fiziki ilimlerde, bu bilgi disiplinlerinin kabul ettiği, dayandığı temellerdir. Deneylerden elde edilen sonuçlar, bu prensiplere dayandırılır. Mesela; mekanik’te “eylemsizlik prensibi”; hidrostatikte “Pascal ve Arşimet prensipleri”, “kütlenin sakınımı”, “enerjinin sakınımı” vb. prensipler. Ancak bu prensipler, deneylerin sonucu gibi gözükseler de, deney yolu ile ispatlanmaları mümkün değildir.

Bilgi ve Doktrin

Sonuç olarak; bu bölümde insan bilgisinin mahiyeti, kaynaklarımızın mahiyeti ve sınırı meselesini görmüş bulunuyoruz. Burada, ilimlerle doktrin arasındaki münasebetleri de belirtmeliyiz.

İlim, kendi araştırma alanındaki şeyler arasındaki zaruri münasebeti (oranı) bulmaya çalışır. Bu tarig, şu gerçeği ortaya koyar: her ilim, kendisi için bir araçtırma konusu seçer. Şu halde, konu itibarıyla sınırlıdır. Fakat insan, sınırlanmış konular hakkında edindiği bilgi ile yetinemez. Yani, insanın kainet içindeki yeri, öncesi ve sonrasına ait problemler, konusu sınırlanmış bilgi disiplinleri ile cevaplandırılamaz. Daha genel bir bilgi dalına ihtiyaç vardır. Bu bilgi cinsi “doktrin”dir. Bir doktrin, konuları birbirlerinden farklı ilimlerin neticelerinin toplamı olamaz. Fakat bu ilimlerin verilerine de aykırı olmamalıdır. Nasıl ki, bir bina, binayı teşkil eden taşları bilmekle yapılamazsa; insanın kainat içindeki yerini belirten bilgi de, ilimlerin verilerinin mekanik bir sıralanışı ile meydana gelemez. Bu bilgi, “ilimlerin prensiplerinin de prensibi” olan temellere dayanır. Bunlar olmadan, kainat içinde insanın yerini ve problemlerini çözmek mümkün olmaz. Şu halde, “ilimlerin ilmi” olan, genel bir bilgi dalına ihtiyaç vardır. Bu “doktrin”dir. Doğru ve gerçek bir doktrin olmadan, ilmi düşünce aydınlanamaz. Şu halde doktrin; insan bilgilerinin prensiplerinin prensibi, murakebecisi ve hedefi olan bir bilgidir.
Bunu aydınlatmak üzere, birbirinden farklı iki doktrin üzerinde duralım:
Doktrinleri iki meseleye bakış açıları yönünden ikiye ayırabiliriz: “Varlık ve bilgi teorileri” bakımından.

Varlık teorisi yönünden doktrinler, “inkarcı teoriler” ve “gerçekçi teoriler”; bilgi teorisi yönünden, ”hayalci teoriler” ve “ilmi teoriler” olarak ikiye ayrılır.

Örnekler:

Örnek olmak üzere, “Diyalektik maddeci doktrin”i ve “İslam Doktrini”ni alalım:
Dialektik maddeci doktrin, varlık teorisi yönünden, “maddecilik” ile ifade edilir. Ona göre kainat ve hayatın izahında tek sebep, maddedir. Bütün hadiseler, maddenin gölgesidir.

Bilgi teorisi yönünden ise, bütün hadiseleri aydınlatan metod “diyalektik mantık”tır. Bu haliyle dialektik maddecilik, mutlak bir rasyonalizmdir. Dialektik maddeciliği kabullenmiş bir adam, problemlerin çözümünde şu yolu takip eder: Önce problemi kesin olarak ortaya koyar. Sonra bu problemin dialektik maddeci anlayışı uygulamada otorite olarak kabul ettiği eserlerde çözülüp çözülmediğine bakar. Bu otoriteler Marx, Engels, Lenin, Stalin ve otoritesini tanıdığı komünist partilerdir.
Bir İslam araştırıcısı ve düşünürü ise, şöyle bir yol takip edecektir.

Bilindiği gibi İslami ilimlerde, ilim kaynakları şunlardır:
a. Kitap (Kur’an)
b. Sünnet
c. İcma
d. Kıyas
Bunlar “asıl kaynaklar”dır. (delillerdir)

“Fer’i deliller” ise; İstihsan, İstislah, İstishab, Asli Beraat, Sahabi Reyi ve Geçmiş Şeriatler’dir.

Müçtehit derecesindeki bir araştırıcı, karşılaşılan problemi bütün özellikleriyle kavrayıp, bu problemin nasıl çözüleceğini araştırır. Bu problemin çözümünü önce Kitap’ta; bulamazsa Sünnet’te; orada da bulamazsa İcma’da arar. İcma’da da yoksa, kendi Rey’i ile çözer. Buna “İctihad” denir. Araştırıcı (fâkih), “zanni”(ihtimalî) olan hükümleri (problemin çözülüş şeklini), hususi ve muayyen delillerden elde etmek için, olanca gücünü harcar ki, buna “içtihad” denir. Demek ki araştırıcı, karşılaştığı problemlerin hükmünü önce Kitap’ta arar. Bulursa bu hükme göre davranır. Bulamazsa (yani Kitap’ta yoksa) hükmü, Sünnet’te arar. Orada da bulamazsa, bu problem hakkında İcma’da olup olmadığına bakar. Yoksa; İçtihad eder, reyini kullanır. Bu rey(içtihad) ise, mutlaka “kıyas” gibi bir delile dayanmış olmalıdır.

Bu yol “mutlak müçtehid”in yoludur. Mutlak müçtehid, hüküm çıkarmada müstakil yol sahibi olan müçtehiddir.

“Mezhepte müçtehid” olan zat ise, tâbî olduğu mezhebin usulüne bağlı olduğu gibi, vardığı neticelere de (problemler hakkında varılan çözüm şekillerine) uyar. Sadece; çözülmemiş problemler varsa, onları mezhebin metodlarına göre çözümler.

Özetle ve ana hatlarıyla;
Bir Müslüman araştırıcının, beşeri problemlerin çözümünde takip ettiği yol, budur.

Yazının devamı için tıklayınız

Aykut Edibali

İLİM, KÜLTÜR VE SAN'ATTA GERÇEK
CİLT: 1
1 TEMMUZ 1975
SAYI: 1

Son Yorumlar

İman Et
Mücadele Et
Zafer Senindir!
Zafer Hakkın
ve Hakk'a inananlarındır!
Kopyalama hakları: GNU, GÖBL.